Pakraduniler Kimdir ?
Bagratuni bir Hanedan sülale,beylik adıdır.Kavim veya aşiret değildi.Ermeni kaynak larında 4yy'dan itibaren anılır.İlk egemenlik sahası İspir ve Bayburt bölgesidir.
5.yy'da yazan Ermeni tarihçi Horenli Mevses,Bagratuni hanedanının kurucusu Bag rat'ın Kral Davut (Da vut Peygamber) soyundan olduğunu ve Kral Vağarşak zama nında (MÖ.2.yy) sürgün olarak Yahudi ülke sinden Ermeni ülkesine geldiğini bildi rir.Bu ifade iki türlü yorumlanabilir.
Davut soyu aynı zamanda Hz.İsa soyu olduğundan,Bagratuni hanedanı övücüsü mutaassıp bir kişi olan Movses patronunu yüceltmektedir.
MÖ.2.yy'daki Yahudi ayaklanmasının bastırılması esnasında Selevkos kralları belki o ayaklan mada rol alan bazı Yahudi önderlerini,kendi hakimiyetleri altında olan Ermeni ülkesine sür müştür.
8.ve 9.yy'larda Arap yanlısı bir politika izleyen ve Abbasi halifelerince ödüllendiri len Bagratu ni hanedanından Aşot,9.yy sonlarında Arap egemenliği çöktüğünde Kars ve Ani'de "Ermeniler Kralı" ünvanıyla taç giymiştir.
Krallığa 1020-1040 yıllarında Bizanslılar son vermiş ve son Bagratuni krallarını aileleriyle bir likte Kay seri yöresine sürmüştür.Ailenin soyunun 12.yy.'dan sonra sürdüğüne dair hiçbir belirti yoktur.
Ailenin Artvin-Yusufeli'nde hüküm süren kolu 11.yy Başında Gürcistan kralı olarak taç giymiş tir.Bu hanedan 19.yy'daki Rus işgaline dek sürmüştür.Halen o soydan gelen kişiler Gürcistan,Paris,Madrid ve Moskova'da yaşar.
1500 yılı aşkın bir süre tarihte rol oynayan Bagratuni sülalesinin üyelerinin Yahu dilik iddia ettikleri ya da Yahudilik davası güttükleri duyulmamıştır.Bu yöndeki iddi alar,birtakım paranoyak Türk Nazilerinin saçma sapan fantazilerinden ibarettir.
Yahudi Asıllı Ermeniler "Pakraduniler"
Ortaçağ'da bazı Ermeniler,Hristiyanlığın Bizans Kilisesini ve hükümranlığını redde den ve eski İsrail ile ilişkilendirilen bir akımını benimsediler.Pakraduniler olarak ad landırılan bu topluluk Kral David'i ataları olarak kabul etmişler ve 855'ten 1045'e dek Ermenistan Krallığını yönetmişlerdi.Galante,Pakraduniler veya bir Ermeni-Yahudi tarikatı adlı kitabında,Pakraduniler,varlıklarını Juda İmparatorluğunun sonlarından itibaren (MÖ 7.yüzyıl) 20.yüzyıla dek sürdürülmüş olan Ermeni Yahudi karışımı bir kavimdir" demekteydi.
Eski Dönemler
Ermeniler,bir halk olarak MÖ.521'de oluştular.Ermeniler ve Yehuda Decleti mensup ları,müştereken Persler,Büyük İskender ve Selevkoslar'ın vasalları oldular;bu sü reç Selevkosların çöküşüne dek devam etti ve bilahare özgürleştiler.Eski Ermeni Krallı ğı Tigranes II zamanında doruk noktasına ulaştı ve Tigranes II Suriye'yi işgal ederek Akro'ya kadar geldiyse de MÖ.69'da Romalıların Ermenistan'a saldırması üzerine geri çekilmek zorunda kaldı.
Ortaçağ Ermenilerinin tarihçilerinden Moses Of Chorene,Tigrane'in birçok Yahudi esiri Ermeni kentlerinde iskan ettirmiş olduğunu belirtti.Bu cümleden bu kentlerin ve Tigranes'in yönetiminde ticaretin gelişmesinin Yahudileri cezbettiği anlaşılmakta.Ni tekim bölgeye birfçok Yahudi yerleşmiştir.Bu yörede Romalılar tarafından tayin edi len yasal krallar arasında Herodians Tihanes IV (MÖ.6 dolaylarında) ve Aristobulus (55-60) batı sınırlarını veya küçük Ermenistan'ı,Tigranes V(60-61),Büyük Ermenis tan'ı yönetmişler;Aristobulus(55-60)da,batı sınırına kadar olan bölgeyi veya Küçük Ermenistan'ı yönetmişti.Daha otonom olan Partlar rezidans Garni'de yapılan arkeo lojik kazılar bunu kanıtlamakta.
Helen bölgelerinden Yahudi göçü süregeldi ve Pers fatihi
Şapur II, Yahudileri kitle halinde 360-370 yılları arasında İran’a tehcir
edinceye dek kentler yoğun bir Yahudi nüfusu içeriyordu. Kronikler yazan
Faustus Byzantinus’a göre beş kentten 81 bin Ermeni ailesi ve 83 bin Yahudi
ailesi göç ettirildi; bu rakamlar abartılı olabilir.Yahudi ler,Eruandaşat,Van
ve Nahçıvan kentlerindeki sürgünlerin ekseriyetini oluşturuyor lardı.
Büyük Ermenistan’da Alaha (Yahudi Şeriatı kuralları) ile
ilgili araştırmalarda hiçbir zaman bir gelişme gözlenmedi.Buna bir istisna,Nisibis merkezinde yer alan Erme nistanlı Yakup’tur.(Yeruşalayim Talmudu,Gittin 6:7,48a) Bununla beraber Ermenis tan Agada Targumları’nda zikredilir…
Nuh’un gemisinin konduğu ‘Ararat‘taki iki dağ’ (Targum
Yeruşalmi, Yaratılış:8:4), Yahudi Helenistik kaynaklarında tespit edilen Ermenistan’ın
(kısmen İslam kaynak larınca da
benimsenmiştir) Hıristiyan Ermeni geleneğiyle de uyumlu olarak,daha
kuzeyde bir yerde olduğunu çağrıştırmakta ve bu tez daha fazla kabul görmekte.
Öte yandan örneğin Nahmanides’in ve David Ibn Yahya’nın
eserlerinde Ermenis tan’a ‘Uz’ olarak değinilir. Yahudilerin Ermenilerden
‘Amalek’ olarak bahsettikleri de vakidir. Hazarya’nın önceleri Amalek olduğuna
ve Hazar Yahudilerinin buradan
türediğine inanılır. Raşi, Hazar Dağları’nın Kaybolmuş On Kabile’nin yaşadığı ‘Ka ranlık
Dağlar’dan bahseder. Ararat kelimesi,Van Gölü çevresindeki ilk Ermeni Kral lığı Urartu’yu düşündürür.Amalek
ise,İsrailoğulları’nın Mısır çıkışında Kızıldeniz’i aştıktan sonra artçılarını vuran zalim bir kavimin adıdır.
Ortaçağ Döneminde
Ortaçağ Ermenistan’ı, Hıristiyan feodal prensliklerinden
oluşuyordu. Kentler daha ufaktı,eskisine nazaran daha homojen bir nüfus
içeriyordu ve fazla Yahudi barındır mıyordu.Ermeniler,Hıristiyanlığın Bizans Kilisesini ve hükümranlığını
reddeden ve eski İsrail ile
ilişkilendirilen bir akımını benimsediler. Moses Of Chorene, Amatuni kabilesine
ve Ermenistan’ın feodal bir sülalesi olan Bagratuni’ye (Bagratid/Pakradu ni)
İbrani bir köken atfetmekte. Pakraduniler,Kral David’i ataları olarak kabul
etmiş ler ve 855’ten 1045’e dek Ermenistan Krallığını yönetmişlerdi.Daha sonra
Müslü manlar bölgeye yerleşmişlerdi.1801 yılına dek Gürcistan’da kalan bu
kraliyet sülale sinden gelenler, bu Ortodoks Hıristiyan arazisinde aynı zamanda
İsrail köken lerini ve geleneklerini de savunmuşlardı. Ermenistan Krallığı genel
bir çöküşe geçtik ten sonra birçok Ermeni, Bizans’a ait bir eyalet olan Anadolu’daki Kilikya’ya göç
etmiş ler ve Küçük Ermenistan Krallığını kurmuşlardı.Bu krallık Kudüs Latin
Krallığının müttefikiydi ve 1375’te Memlukların eline geçince Yahudi
topluluklarının bir niteliği kalmadı. Ancak bir kısmı Kürt Yahudilerine
karıştı.
Araştırmacı yazar
Levon Panos Dabağyan, Pakraduniler’in öyküsünün MÖ 730 yılında başladığı ve M.S.1045
yılına dek Ermenileri bunların ‘acımasızca’ yönettiğini ifade ederken,
iddialarına dayanak olarak dünyaca ünlü Yahudi Tarihçilerinden eski Niğde
Milletvekili Prof.Dr. Avram Galante’yi
göstermektedir.Galante, ‘Pakraduniler’ veya bir Ermeni-Yahudi Tarikatı’
adlı kitabında,‘Pakraduniler,varlıklarını Juda İmpara torluğunun sonlarından
itibaren (M.Ö.7 yüzyıl) 20. yüzyıla dek sürdürülmüş olan Ermeni Yahudi karışımı
bir kavimdir’ demekteydi. ‘Kripto Yahudilik’ konusunda uz man olan Prof.Dr.
Abraham Galante,‘Les Pacradounis ou Une Secte Armeno-Jui ve’’/4.baskı:1933;
Fransızca İst’ kitabında,Pakradunilerin Erzurum,Sivas arasın da Marmara Denizinin Avrupa yakasında ve İstanbul Hasköy’de yaşamış olduklarını; 26
yüzyıldır Yahudi yönlerini sürdürdüklerinden,Portekizli Maranolar,Selanikli
Dön meler ve İranlı Meşhediler gibi Yahudi kökenli topluluklar arasında
sayılabilecekle rini belirtir.
Dabağyan,Pakraduniler’in kullandığı isimlerin Ermenilerden
farklı olabildiğini söyle yerek;Ermeni tarihçi Gatoğigos Gorenazi’den şu nakilde
bulunur;“Simpat adını, Pakraduniler
oğullarına verirler.Bu isim İbraniceden gelmektedir ve aslı Şampat’tır.
Ermeniler arasında pek revaç görmüş olan Pakrat,Simpat, Aşot,Kakik,İsrael,Tavit gibi isimlerin,Ermeni menşeli olmadığı bariz şekilde meydana çıkmakta.Dağbağyan Bizanslı tarihçi Pavstos’un 3.asırda bölgede iskân edilmiş ve kısmen
Hıristiyan olmuş Yahudilerin miktarını 400 bin olarak verdiğini kaydeder.
Sabetaycılık, Ladino ve Kripto Yahudi Cemaatleri konusunda
uzman isimlerden Dr. Gad Nassi, Pakraduniler’in 20. yüzyılın ilk yarısına kadar
özel gelenekleriyle Sivas /Divriği ile Erzincan /Eğin (yeni adı Kemaliye)
arasındaki bölgelerde varlıklarını sür dürdüklerini belirtir.Nassi’ye göre
cemaatin yayılımı;Arapkir,Kapadokya ve Kilikya/Çukurova’ya kadar
uzanmaktaydı.Nassi,Pakraduni soyundan gelenlerin fiziksel gö rünüşlerinin
Ermenilerden farklı olduğunu, evlerinde bir vefat gerçekleştiğinde yedi gün iş
yapmayıp, Yahudilerde olduğu gibi yas tuttuklarını, cumartesi günü çalışma yasağına
uyduklarını, genelde cemaat içinden evlendiklerini ve soyadlarınında Yahudi
kökenlerini anlatacak şekilde olduğunu ifade ediyor. Bununda Ermeniler arasında
‘Yahudiliğin bir uzantısı’ olarak değerlendirildiği söyler. Nassi,Pakradunilerin ticaret ve finans alanında
çok becerikli olduklarını kayde derken,benzer bir grubun da
geleneklerini koruyarak 19. yüzyıla kadar Gürcistan ’da Gürcüler içinde
hayatiyetini devam ettirdiklerini de ifade etmekte.
Dabağyan,1862 ve 1895’te iki kez denenen isyanın Türkiye’ye
sadık Gregoryan Ermenilerin’ destek vermemesi üzerine akamete uğradığını ve
Pakradunilerin kışkırtıcı bir rol aldıklarını belirtiyor. Araştırmacı,Pakradunilerin hâlâ var olduğunu fakat organize olup olmadıklarını bilmediğini
ve çocukluğunda Pakraduni tabirinin hakaret anlamında da kullanıldığı
belirtiyor.2
Ermeni görüntülü gizli Yahudiler;Pakraduniler
Pakraduni"ler,Anadolu'nun İslamlaşması ve Türklere
vatan yapılması üzerine, özel likle Ermenilerin rağbet gördüğü Selçuklu ve
Osmanlı döneminde,Musevilikten Ermeniliğe geçen, 1915 olayları sonrası ve
Cumhuriyet sürecinde ise Müslümanlığı seçen, ama Yahudi zihniyetini nesilden
nesile gizlice sürdüren bir topluluk olmakta dır. Fanatik Ermeni karşıtlığıyla
Türk ırkçılığını (Turancılığı) savunmak, her fırsatta İslam'a saldırarak,
sosyalist ve Kemalist bir tavır takınmak bunların alameti farikası dır. Ama
sadece solcu değil, sağcı partilere; hatta Milli Görüş'e de sızanlar vardır.
Örneğin, "Durmuş Durduyan" iken Oğuzhan Asiltürk'e dönüşen
Pakradunilere rast lanmaktadır.
Asırlarca Ermeni toplumunu yöneten Yahudi asıllı
‘Pakraduniler'in hikâyesi yeni yeni günışığına çıkmaktadır.
Selanikli Sabetaycılar, İspanyol Maranolar ve İranlı
Meşhedilerden sonra Ermeniler içinde de Yahudi orijinli bir unsurun 2 bin 700
yıldır varlığını sürdürdüğü anlaşılmak tadır.Pakraduniler (Bagratuni/Bagratids)
adı verilen ve asırlarca Ermeni toplumunu yöneten cemaatin hikâyesi M.Ö 730
yılında başlayıp günümüze kadar uzanmakta dır.Bu iddianın sahiplerinden birisi de araştırmacı-yazar Levon Panos Dabağyan' dır.Yahudi asıllı Pakradunilerin M.S. 1045 yılına kadar Ermenileri
"acımasızca" yönettiğini ifade ederek, iddialarına dayanak olarak
dünyaca ünlü Yahudi tarihçilerin den Prof.Dr.Abraham Galante'yi gösteriyor.Galante,"Pakraduni ler veya Bir Ermeni-Yahudi Tarikatı" adlı
kitabında, "Pakraduniler, varlıklarını Juda İmparatorluğu'nun sonlarından
(M.Ö. 7. yüzyıl), 20'nci yüzyıla dek sürdürmüş olan Ermeni-Yahudi karışımı bir
kavimdir" saptaması yapmaktadır.
Bizans'ın kendi krallıklarına son verdiği Pakraduniler,
Selçukluların hakimiyetine girdikten sonra yüzyılımıza kadar hayatiyetini
cemaat içinde devam ettiriyor.
Hikâye milattan önce 730 yılında başlıyor.O tarihte,Ermeni
Kralı Sannasar,Filis tin'e yaptığı seferde İsrail Kralı Osee'yi öldürerek, 10
Yahudi kabilesini esir alıyor. Sonra onları Fırat'ın ötesine, Güney
Ermenistan'a yerleştiriyor.M.Ö.700'lerde,bu kez Babil Kralı Nabukadnezar,
Mısır Kralı Necho ile Kudüs Kralı Yoachim'e karşı bir savaş açıyor.Söz konusu
sefere,Doğu Ermenistan Kralı Hıraçya da büyük bir ordu ile katılı yor.
Hıraçya'nın bu savaşta gösterdiği olağanüstü başarı, Nabukadnezar'ı fazlasıyla
memnun ediyor ve esir aldığı 10 bin Yahudi'nin yarısını Kral Hıraçya'ya hediye
veri yor. Bu esirler arasında İsrailoğulları'nın önemli şahsiyetlerinden Prens
Şampat (Smbat/Shampat) da bulunuyor. Şampat, kısa zamanda Hıraçya'nın
takdi rlerine mazhar oluyor. Devlet hizmetine alınıp, önemli mevkilere
yükseliyor.
Esirlikten soyluluğa:
Pakraduniler (Ermeni Görüntülü gizli Yahudiler)
M.Ö. l5O'lerde soyunun Hz. Davud'a (as) dayandığını iddia
eden ve adı "Pakarad Şampa" olan bir Yahudi, zamanın Ermenistan Kralı
Vağarşak'a başvurarak, saray hizmetine girebilme talebinde bulunuyor. Dikkat
çekme ve kendini sevdirme açısın dan Prens Şampat'ı dahi gölgede bıraktığı
kaydedilen Pakarad Şampa, Kral Vağar şak'ın en yakın bendeleri mevkiine
erişiyor. Sonunda şaşırtıcı bir şekilde, Ermeni Kralları'na taç giydirme
imtiyazı ile 10 bin süvariye komuta etme hakkını elde ediyor. M.Ö. 90-36'larda
Ermeni krallarından Dikran II. (Büyük Dikran) İsrailoğullarına yönelik yeni bir
sefer düzenliyor.
Bu sefer sırasında esir aldığı binlerce Yahudi'yi o da
ülkesine götürüyor.Esirler arasın dan seçtiği "Aşod" adında bir asil
Yahudi'yi özel hizmetine alıyor. Bu olaylar sonucun da Ermenistan'a yerleşen ve
zamanla nüfusları hızla artan esir Yahudiler, sürgün yıllarının sembol ismi
Prens Şampat'ın hatırasını kendilerine rehber edine rek, teşki lâtlanıp millî varlıklarını
koruyabilme mücadelesine girişiyor. Zamanla Ermenilerin yönetimini ele geçiren
Pakraduniler M.S. 1045'e kadar Ermenistan'da saltanat sürme yi başarıyor.
26 yüzyıldır Yahudilikleri devam ediyor
"Kripto Yahudilik"konusunda uzman olan Türkiyeli
Yahudi Prof. Abraham Galante, "Les Pacradounis ou Une Secte Armeno-Juive/
Pakraduniler veya Bir Ermeni-Yahudi Tarikatı / Baskı: 1933, Fransızca
İst." adlı eserinde bu konuda hayli ente resan bilgiler
veriyor:"Pakraduniler varlıklarını Juda İmparatorluğu'nun sonlarından
(M.Ö. 7. yüzyıl), 20'inci yüzyıla kadar sürdürmüş olan Ermeni-Yahudi karışımı
bir kavimdir. Eğin'de, ‘Erzurum-Sivas arasında' (Malatya Balaban-Hekimhan,
Erzincan Kemaliye hattında), Marmara Denizi'nin Avrupa yakasında ve İstanbul
Hasköy'de yaşamış oldukları bilinen Pakraduniler, 26 yüzyıldır Yahudi yönlerini
sürdürmekte gösterdikleri kararlılık nedeniyle Portekizli Marano'lar, Selanikli
Dönmeler ve İranlı Meşhediler gibi Yahudi kökenli topluluklar arasında
sayılabilirler." Malatya tarafın dan Darende'nin Balaban kasabasına girişte
ve yol üzerindeki Havra, kilise ve cami karışımı yapı incelemeye ve irdelemeye
değerdir.
Dabağyan,Pakradunilerin kullandığı isimlerin Ermenilerden
farklı olabildiğini söyle yerek; Ermeni tarihçi Gatoğigos Ğorenazi'den şu nakilde
bulunuyor: "Simpat adını, ‘Pakraduniler' oğullarına verirler. Bu isim
İbranice'den geliyor ve aslı ‘Şampat'tır. Ermeniler arasında asırlarca pek
revaç görmüş olan ‘Pakrat, Simpat, Aşot, Kakik, İsrael, Tavit' gibi isimlerin
Ermeni menşe'li olmadığı bariz şekilde meydana çıkmaktadır."
Dabağyan, Bizanslı tarihçi Pavstos'un, 3. Asır'da bölgede
iskân edilmiş ve kısmen Hıristiyan olmuş Yahudilerin miktarını 400 bin olarak
verdiğini de kaydediyor.
Konunun uzmanı Gad Nassi: "Pakraduniler domuz eti
yemezler, oysa Ermenilerde serbesttir" diyor
Sabetaycılık, Ladino ve Kripto Yahudi cemaatleri konusunda
uzman isimlerden araş tırmacı-yazar Dr. Gad Nassi, Pakradunilerin 20. yüzyılın
ilk yarısına kadar özel gelenekleriyle Sivas/Divriği ile Erzincan/Eğin (Yeni
adı Kemaliye) arasındaki bölge de varlıklarını sürdürdüklerini belirtiyor.
Nassi'ye göre cemaatin yayılımı, Arapkir, Hekimhan Kapadokya ve
Kilikya/Çukurova'ya kadar uzanıyor.
Nassi, Pakraduni soyundan gelenlerin fiziki görünüşlerinin
Ermenilerden ayrıldıkla rını, kafa yapısı olarak Yahudiler gibi Dolikosefal
olduklarını kaydediyor. Bir Yahudi-Ermeni'nin evinde vefat gerçekleştiğinde,
evin içini tamamen değiştirdiklerini, evde asla su kullanmadıklarını, çünkü
ölüm meleğinin kılıcındaki kanı bu suyla temizledi ğine inandıklarını
belirtiyor. 7 gün iş yapmayıp Yahudilerde olduğu gibi yas tuttukları nı da
belirtiyor.Nassi,Pakradunilerin Yahudiler gibi asla domuz eti yemediklerini,
cumartesi günü çalışma yasağına riayet ettiklerini, genelde cemaat içinden
evlendik lerini ve soyadlarının da Yahudi kökenlerini anlatacak şekilde
verildiğini ifade ediyor. Bunun da Ermeniler arasında "Yahudiliğin bir
uzantısı" olarak değerlendirildiğini söylüyor. Nassi, Pakradunilerin,
siyaset, ticaret ve finans alanında çok becerikli olduklarını kaydederken,
benzer bir grubun da geleneklerini koruyarak 19'uncu yüz yıla kadar Gürcistan'da
Gürcüler içinde hayatiyetini devam ettirdiğini ifade ediyor.
Ermeni isyanlarının arkasında Pakraduniler yatıyor!
Yazar Levon Panos Dabağyan, Ermeni meselesinin can damarını
teşkil eden "1. Zeytun İsyanı'nın" arkasında Fransa ve Vatikan'ın
bulunduğunu, isyanın düzenle yicilerinin Pakraduniler olduğunu ileri sürüyor.
Dabağyan, Zeytunluların kökeniyle ilgili olarak şöyle diyor: "Ani
Beldesi'nin Bizanslılara geçmesinden ve Bizanslıların Ermeni katliamından
sonra, Anadolu'nun muhtelif bölgelerine dağılan ‘Pakraduni Hanedanı' mensupları
Haçin ve Zeytun havalisine yerleşmişlerdi.Dolayısıyla (Fran sa'nın gönderdiği
Katolik Ermeni) maceracı Leon,Ermenileri isyana teşvik için ger çekten en
münasip bölgeleri seçmiş demekti.Zira,Pakraduni Hanedanı, zaten birtakım
entrikalara müsait ve gayri Ermeni bir unsur idi" diyor.
Dabağyan 1862 ve 1895'te iki kez denenen isyanın ise
Türkiye'ye sadık Gregoryan Ermenilerin destek vermemesi üzerine akamete
uğradığını kaydediyor. Pakradunilerin de hâlâ var olduğunu belirtiyor:
"Hâlâ varlar tabii; ama sayıları ne kadardır ve hangi organizeler içinde
yer almışlardır bilemem. Sanmıyorum. Ancak, bizde birine ‘Pakraduni!' dedin mi,
bu hakaret için kullanılırdı. Çocukken birine kızdığımızda, ‘Pakradunisin ulan
sen!' derdik. Onların ırklarından gelen bir zekâları, müztehzi bir bakışları,
hesapçı, işini bilir bir yapıları vardır. Tarım ve zenaattan çok hep ticaretle,
para/finans işleriyle uğraşmışlardır."
Levon Panos Dabağyan gibi, seçkin ve seviyeli bir aydınımız
olmakla beraber, T.C. Devletine ve ülkesine gönülden bağlı, hepimizin ortak üst
kimliği olan Türk kavramına sahip ve saygılı bir Ermeni vatandaşımızın bu
gerçekleri samimiyetle açıklaması ayrı bir önem kazanmaktadır.
"Selçuklular ve Öncesi Devirleri" (859-1045)
Tarihi kaynaklarda ve tarihi yeni kitaplarda,
"Ermeniler ve Ermenistan" konusuna temas eden bölümlere dikkatle
bakılarak olursa, şu garip durumla karşı karşıya gelinir. Şöyle ki; hayırlı işler
yapmış olan Ermeni büyükleri kötülenir ve bilhassa "Türklere ihanet
etmiş" olanlar ise, "doğrudan Ermeni gösterilir." Bu durum ise
Ermeni kavmini Türklere karşı ve düşman oldukları intibaını uyandıran bir
taktiktir!.
Gerçi böylesi icraatların gerçek çehresini açıklığa
kavuşturan, "siyaset dışı" tarihi kaynak ve eserler mevcuttur. Ancak,
ne yazık ki böylesi tarafsız eserler maalesef pek az olduğundan gözlerden uzak
kalmaktadır.
Biz, yukarıda kayda geçtiğimiz bu garabetli işe Türk-Ermeni
münasebetlerini ilelebet bozuk tutmak isteyen bir takım "gizli ellerin
karıştığı" ve tarihi tahrif yolu ile, sinsi maksatlar güttükleri inancıyla
bakmaktayız.
Meselâ; Kars-Ermeni kralı Kakik II'nin, Sultan Alp-Arslan'ın
samimiyetini istismar etmesi vakası, doğrudan; "Ermeni samimiyetsizliği,
Ermeni ihaneti" olarak birçok tarihi kaynak ve eserlerde geçmektedir. Peki
bu doğru mudur? Hemen cevaplayalım: Hayır, doğru değildir! Tam aksi;
"Tarihi bir yanlış veya tahrifattır."
Zira Kakik II'nin saltanat sürdüğü dönem olan (1042-1045)
tarihleri arası, "Doğu-Ermenistan"ın külliyen "Pakraduniler hanedanı hakimiyeti"nde olduğu tarihi kay naklarca sabittir.Kral Kakik II
ise; tam iki asır Ermenistan'a hükümran olan ve aslen Ermeni asıllı olmayan,Pakraduniler Hanedanının son hükümdarı idi.
Ancak buna rağmen, daha sonraları çok ağır bir hata işlemiş
olduğunu anlayarak, Sultan Alp-Arslan'dan af dilemiş ve Yüce Türk Hakanı onun
özrünü kabul ederek, kendi saflarına davet etmiş ve fakat, ardarda meydana
gelen aksilikler, Kral Kakik II'nin yüce hükümdarın yanına varabilmesini
önlemiştir ve öyle sanıyoruz ki, şayet varabilseydi, Ermeni kavmi günümüzdeki
hazin durumda olmayacaktı!.
O asırların Ermenilerine gelince, bu bahtsız kavim kendi
ülkesi içinde olduğu halde: yabancı bir kavmin boyunduruğu altında inim inim
inleyip durmuştur.Bir başka ifa deyle kendi hayatları, kendi yaşantıları
hususunda tek bir söz dahi söylemeye hak ları yoktu. Yani açıkçası kendi
ülkelerinde, bir başka kavmin esareti altındaydılar.
O halde bu tarihi yanılgıyı veya bilhassa tahrif kanalı ile
gerçeklerin bilinmemesini sağlayanların, iğrenç tahrifatlarını meydana
çıkartmak ve tarihi belgelerle gerçekleri ispat etmek, Türk-Ermeni
münasebetlerinin düzeltilebilmesi açısından, bizlerin attığı ilk adım olmuştur,
diyebiliriz. Çünkü, Sultan Alp-Arslan ve Kral Kakik II vakası; Türk ve Ermeni
münasebetleri bahsinde hiç de kulak arkası edilecek bir vaka değildir. Çünkü,
günümüzdeki bağımsız Ermenistan başta olmak üzere, batı ülkelerinde emperyalist
devletlerin ücretli maşası Ermeni bozuntuları da dahil. Ermeni milleti bir
bütün olarak varlığını külliyen; "Selçuklu, Osmanlı Devletleri ve
dolayısıyla da, yüce Türk milletine medyundur." Bunun aksini iddia edenler
ya cahil veya hamaset duygularıyla körelmiş basiretsiz nankörlerdir. Çünkü, tarih
hemen her meselenin doğrusunu gösteren en değerli anahtardır. Bu anahtarı
dürüst kullanan, hakikatlerin nurlu ışığını rahatlıkla görebilir!.
"Pakraduniler'in
Ermeni soyundan gelmedikleri bahsine temas etmeden, şu noktayı bilhassa
belirtmek isterim ki; "Pakraduniler'in menşeine temas ederken,hiçbir
suret te;"ırkçı bir tutum neticesi, fanatik düşüncelere saplanmış
değilim." Irki mevhumlar üzerinde durmamın yegâne sebebi; tarihi vakaları
tüm yönleriyle meydana çıkarıp, değerli okuyucularım ile tarih meraklılarına,Ermeniler konusunda en sağlam kayıt ları sunabilmektir. Kaldı ki, tarihi
mevzularda,vakaları gün ışığına kavuşturabilme uğraşında daha başka bir
sistemin var olduğu asla söylenemez. Çünkü, öyle bir sis tem mevcut değildir.
Dahası tarih bir hadiseyi gün ışığına çıkartıp, aydınlığa kavuştu rabilme
çalışmalarında; herhangi bir kavmin gocunabileceği düşüncesiyle hareket
edilecek olursa, ortaya kupkuru bir yazı kalabalığı çıkmış olur, böylece onca
emek verilmiş bir eser, sırf bu sebepten dolayı, hakiki özelliğini yitirmiş
olur.
Dolayısıyla "Türk, Ermeni, Yunan, Rum, Süryani ve
Musevi'ler başta olmak üzere hemen hiçbir milletin mensubu; eserimizde yer alan
vakalar içinde, kavimleriyle alâkalı menfi pasajlara rastladığı zaman asla
gocunmamalıdır. Dahası bu kitapta ana temayı temsil eden konu her şeyden evvel
yüce Türk millet ve devletinin millî menfaatleri başta olmak üzere; süper
devletler tarafından günümüzde dahi adeta bir kobay gibi kullanılan, Ermeni
milletinin istikbali mevzubahistir. Buna rağmen kitapta yer alan vakalar içinde
geçen her kavmin millî haysiyeti özellikle düşünül müş ve doğrudan şahısların
icraatları üzerinde durulmuştur. Yer yer rastlanacak olan menfi
değerlendirmeler ise bizim yorumlarımızın dışında kalmaktadır. Zira, bizzat o
çağlarda yaşamış ve vakaları bizzat görebilmiş tarihçilere aittir ki; bu durum
karşısında hemen herkesin şapkasını çıkarması lâzımdır!.Dahası;"Rüzgâr
ekenle rin, fırtına biçmekten gayrı hiçbir çareleri olmadığını" peşinen
kabullenmek elzemdir. Çünkü, kaçınılmaz bir gerçektir!.
PAKRADUNILER'İN MENŞEİ VE SAHNEYE ÇIKIŞLARI
M.Ö. 730 tarihinde Kral Sannasar, Beni İsrail'e yaptığı
seferde; Beni İsrail Kralı Ose e'yi öldürerek, Samarie'de taş üstünde taş
bırakmamış ve "10 Musevi kabilesi'ni esir alarak, Fırat'ın ötesine,
Güney-Ermenistan'a yerleştirmişti ve bu bir başlangıçtı.
Yine M.Ö.700'lerde Kral Nabukadnezar; Mısır Kralı Necho ve
Kudüs Kralı Yoachim 'e karşı bir sefer açmış ve bu sefere, Doğu-Ermenistan Kralı
Hıraçya da büyük bir ordu ile iştirak etmişti.
Hıraçya'nın bu savaşta gösterdiği olağanüstü dövüş gücü,
sadakat ve kahramanca saldırıları, Kral Nabukadnezar'ın pek hoşuna gitmiş ve
Kral Hıraçya'yı takdirle, esir almış olduğu 10.000 Musevi'nin yarısını ona
hediye etmişti ve bu esirlerin arasında ilerde Ermenileri külliyen
hâkimiyetleri altına alacak olan bir esrarengiz kavmin ünlü prenslerinden
Şampat da bulunuyordu. Zeki ve becerikli olan bu Prens, zamanla Kral
Hıraçya'nın sevgi ve takdirini kazanarak, "Devlet Hizmeti'ne alınarak
önemli mevkilere yükseltildi ki, bu durum bizzat bir Ermeni Kral tarafından,
bilemeden kendi milletine yaptığı bir yanlışın doğrudan kendisi idi!..
Daha sonra M.Ö. 150-128'lerde; aile menşeinin Hz. Davud
Peygambere dayandı ğını iddia eden ve adı PAKARAD ŞAMPA olan bir Yahudi, Ermeni
Kralı Vağarşak'a müracaat ile, saray hizmetine girebilme dileği ile bin bir dil
dökerek, kabul edilmesi için adeta yalvardı...
Bu garip ve son derece esrarengiz yabancının nasıl birisi
olduğunu ve söylediği gibi gerçekten hayli maharetli olup olmadığını merak eden
Kral Vağarşak,Kral Hıraçya' ya hizmet veren Prens Şampat'ın, kralı son derece
memnun kılmış olduğunu da dikkate alıp, bu yabancıya bir şans tanımayı uygun
bulmuştu. Zira, kendisine müra caat eden yabancı da aynı ırka yani diğerinin
ırkına mensuptu. Dolayısıyla bu esr arengiz Prens, Pakarad Şampa da böylece
hizmete alınmış oldu.
Ne var ki, bu yabancı Prens, diğer ırkdaşından daha atak ve
daha cüretkârdı. Nitekim, devlet hizmetindeki üstün başarıları o derece fayda
temin etmişti ki, Kral Vağarşak bu Yahudi Prensini kendi gözdeleri arasına
kattı ve böylece Pakarad Şampa Ermeni Krallarına taç giydirme imtiyazı ile
"10.000 Süvariye" komuta etmek hakkını elde etmişti.
Bütün bu hadiselerin zuhur ettiği dönem içinde Kral
Vağarşak, yeni bir Mabet inşa ettirmiş ve Mabedin iç dizaynı çalışmalarında
duvar süslemelerinde "Güneş, Ay ve atalarının tasvirleriyle" bazı
konularla alakalı motifler işletmişti ve inşası iç tezyinatla birlikte
tamamlandıktan sonra, Mabedin açılışı göz kamaştırıcı bir muhteşemlik içinde
icra edildiğinde, Mabede gelen Kral Vağarşak, sevinç ve gururla ilerlerken,
önünde yürüyen merasim kıtası, son derece nefis bir sanat eseri olan
"altın bir kartal" taşımaktaydı ki, bu adet ananevi idi. Ermeni
krallarının önünde muhakkak altından imal edilmiş bir kartal taşınırdı.
Muhteşem bir merasimle Mabede giren Kral Vağarşak, Pakarad
Şampa'ya; "Kendisi ile birlikte tanrılarına ibadet etmesini teklif
etti."Ne var ki, Pakarad bu isteği kesin likle reddedince, Kral Vağarşak bu
bendesini daha ziyade sevdi. Zira, karşısındaki bir kral dahi olsa, dininden
dönmeyi kabul etmemişti. Bu onun son derece dürüst olduğunu tekrar tekrar ispat
etmekteydi. Dolayısıyla O'nu affetti.
Ancak, bu durum zaman içinde bir başka boyuta dönüşünce,
karşılıklı saygının yerini sinsi bir düşmanlık almıştı. Şöyle ki, Kral
Vağarşak'ın mahdunu, Arsak I, babası ile aynı düşünceye sahip değildi ve bu
esrarengiz Yahudi'den hiç mi hiç hoşlanmıyordu. Dahası, onu gördüğü zaman,
manasını bir türlü kavrayamadığı garip bir sıkıcı his bütün benliğini
kaplamaktaydı!.
Böylesi karmaşık hisler içinde bocalayan Arsak I,mezkûr
Pakraduni'nin mahdunla rına aynı teklifi tekrarladı ve kendi inandığı tanrılara
tapınmalarını emretti. Ancak, Pakarad'ın mahdunları emri şiddetle reddettiler.
Bunun üzerine gazaba gelen Kral Arsak I, gözlerinde şimşekler çakarak,
kızgınlık içinde şunları söyledi, daha doğrusu adeta haykırdı:
- Güneş ve Ay Tanrılarına tapınmayanlar dinsizdir ve ölümü
hak etmişler demektir! diyerek her iki Musevi gencin başlarını vurdurdu. (M.Ö.
128-115)Kral Arsak I'den
sonra ise aynı şiddeti gösteren, ünlü Ermeni Krallarından, Dikran II (Büyük
Dikran diye bilinir), İsrail'e yeni bir sefer hazırladı ve bu sefer esnasında
(M.Ö. 90-36) aynen Kral Hıraçya gibi, binlerce Musevi'yi tutsak alarak ülkesine
götürdü ki,ülkesi ne döndüğü zaman atının iki tarafında yürüyen Musevi
Prensleri, onun muzaffer dönüşünü müjdeleyen birer belge nişanesini temsil
etmekteydiler. Bunların içinden seçtiklerini kendi hizmetine alan Kral Dikran
II hizmetinde bulunan Aşod adındaki Musevi'ye:
- Şahsın ve soydaşların, benim milletimin inandıkları
tanrılara inanıp, tapınacaklar. Emrim derakap uygulanacak! dedi. Ne var ki,
Aşod da diğerleri gibi,dinini değiştir meyi kabul etmedi ve kesinlikle
reddetti.
Bunun üzerine gazaba gelen Büyük Dikran; Aşod'un dilini
kestirdi ve ülkesinde bulunan bütün Musevileri, kendi adına inşa ettirmeye
başlattığı, "Dikranakerd"- "Diyarbakır Surları" inşaatında
çalıştırmaya karar verdi ki; mevzubahis surların ve şehrin inşasında, Kapadokya
seferinden getirmiş olduğu 300.000 esir çalıştırılmak taydı.
Tutsak Museviler Teşkilatlanıyor
Ancak,o asırlarda belki geçerli olan ve fakat tamamen
vahşeti temsil eden bu trajik vakalar,Musevileri bir yerde aralarında
birleşmeye doğru gitmiş ve böylece teşkilât lanmaya başlamışlardı... Hani
hakları da yok değildi. Bu diyarlara gönül azalarıyla gelmemiş, tutsak olarak
getirilmişlerdi. Dolayısıyla, yurtlarından edildikleri yetmez miş gibi, bir de
"sadece kendilerine özgü, müstakil dinlerinden de olma tehlikesiyle karşı
karşıya kalmaktaydılar!.. Böylece her birisi, yekdiğerine tam bir içtenlikle
sarılarak; İsrail Prensi Şampad'ın hatırasını kendilerine başlıca rehber
edindiler ve Pakarad Şampad'ın liderliğinde, gizlice teşkilâtlanmaya
başladılar. Teşkilâtlandıktan sonra, kin ve intikam hırsı içinde öylesine zekice
bir plân hazırla dılar ki, plânın mükemmelliği karşısında kendileri dahi adeta
şaşkına dönmüşlerdi!.
Plâna göre, kademe kademe ilerleyerek, Ermenistan Sarayını
külliyen ele geçirecek ve böylece devletin kilit noktalarına erişerek, ülkeyi
tamamen hâkimiyetleri altına alacaklardı.
Ermenilere gelince, onlar bu durumun hiç mi hiç farkında
değildi ve son derece temkinli hareket eden Musevilerin hizmetlerinden son
derece memnundular. Ancak, bu memnuniyetleri ve Musevilere karşı umursamaz bir
tavır almaları, daha sonraki yıllarda Ermenilere pek pahalıya mal olacak ve
Ermenistan'ı külliyen ele geçiren Museviler; tamamı tamamına "İki
Asır", Ermeni milletine adeta kan kusturacak ve de Ermenistan'ın sükutuna
kadar, Ermenilere; kendi vatanlarında tutsak hayatı yaşatacaklardı...
Pakraduniler'in Hakimiyete Geçiş Devri Başlıyor (M.S.
859-885)
Kral Vağarşak döneminde başlayarak, sistemli şekilde ve hiç
mi hiç sezdirmeden, tüm tasavvurların fevkinde servet edinip, ülkenin
"iktisadiyatına" tesir edebilecek seviyeye yükselen Museviler, yine
kendilerine has bir sabırla hemen her engeli bertaraf ederek, zamanla elde
ettikleri muazzam servet sayesinde "ARARAT'-TAYK VİLAYETLERİ'nin
yarısından fazlasını satın almışlardı. Mesela Durperan'da, yüksek Ermenistan'da
ve Gugark'ta gayet muazzam ve şaşaalı mülkleri bulunuyordu. Seki zinci asırda
ise, Pakraduni zürriyetinin emlâkine: "Bâyezid, Bagaran, Muş, Kulb, Kars,
Shirakavan, Ani, ispir, Ahısha, Artvin ve Ardahan şehirleri" de ilave
edilmişti.
(M.S. 637 tarihinden itibaren "Arap hâkimiyetine"
giren Ermenistan, o tarihlerde tam bir kargaşalık ve anarşi içindeydi. Gerçi
hakiki Ermeni halkı henüz çoğunluktaydı ama, Ermenistan'da gerçek mânâda söz
sahibi olanlar "Pakraduniler" yani,"Musevi dönmeleri" idi.
Velhasıl, Ermeni milleti çoktan hükümranlığını yitirmiş;
fukaralık ve sefalet içinde kıvranarak, kendi ülkelerinde adeta tutsak hayatı
yaşamaktaydılar.Bir başka ifadey le de; "Doğu-Ermenistan, Ermenistan
olmaktan çoktan çıkmış; "Yahudistan" şekli almıştı!.. İşin en enteresan
ve hazin tarafı da, Ermenilerin bu durumun farkında olmayışlarıydı ve acı
gerçeği öğrendikleri zaman ise, iş işten çoktan geçmiş olacaktı...
Böylesi bir garip şerait içinde Araplarla anlaşan
Pakraduniler, Araplara ağır vergiler vermeyi kabullendiler. Zira, nasıl olsa bu
ağır vergileri kendi keselerinden ödeme yip, sahipsiz halkın sırtından elde
edeceklerdi. Yani bu ağır yükün altına giren,doğ rudan doğruya
"Turan-Ermenileri" olacaktı.. Nitekim bin bir yokluk içinde kıvrım
kıvrım kıvranan bu zavallı ahaliye; "Pakraduniler ve Araplar" adeta
kan kusturacak lardı...
Vergileri toplama görevi Araplar tarafından, "Aşod
Pakraduni'ye verildi ve "Prensler Prensi" unvanı ile Ermenistan'a
vali tayin edilen Aşod Pakraduni, bu görevinde beklendiğinden ziyade başarılı
oldu ve böylece; değil vergi ödemek, yiyecek ekmeğini zor temin edebilen
Ermeniler'in, ellerinde, avuçlarında her ne var ise alındı, daha doğrusu cebren
gasp edildi...
Lâkin ne gibi meselelerde, nasıl hizmetleri geçmiş ise,
sarih şekilde meydana koyan herhangi bir kayda rastlamadık!. Dolayısıyla, bu
hususun ayrıca tetkiki elzemdir inancındayız!.
Bizans tarihçisi, Pavstos bu konuda III'ncü asırda
Ermenistan'da iskân etmiş ve kısmen Hıristiyan olmuş Musevilerin miktarı,
"400.000 nüfusu" bulmuştu kaydını geçmektedir.
Büyük Ermeni tarihçisi ve din adamı,ünlü "MOLSES
GATOGİGOS GORENAZİ'nin bu konudaki kaydı da son derece önemlidir ve şu kayıt
geçmiştir: -SIMPAD adını, PAKRADUNİLER mahdunlarına verirler. Bilesiniz ki,
isim İbranice'den geliyor ve aslı "ŞAMPAD"dır.
Kars, Ani ve Gürcistan'da PAKRADUNİLER zürriyetinden krallar
çıkmıştır. Bu vaziyete göre Ermeniler arasında asırlar boyu pek revaç görmüş
olan: "PAKRAD, SIMPAT, AŞOD ve
MOLSES" vs. gibi isimlerin tamamı, Pakraduniler'den, Ermenilere geçmiş ve
aslen Ermeni kökenli isimler olmadığı bariz olarak görülmektedir.
Bu hususta daha geniş bilgi için bakınız:
"ŞAHNAZARYAN-ERMENİ TARİHİ", Baskı: Paris-Fransa. Baskı tarihi: 1859,
sayfa: 32, "Ermenice"
Ermeni Görüntülü gizli Yahudiler;Pakraduniler
“Pakraduni”ler,
Anadolu’nun İslamlaşması ve Türklere vatan yapılması üzerine, özellikle
Ermenilerin rağbet gördüğü Selçuklu ve Osmanlı döneminde, Musevilikten
Ermeniliğe geçen, 1915 olayları sonrası ve Cumhuriyet sürecinde ise
Müslümanlığı seçen, ama Yahudi zihniyetini nesilden nesile gizlice sürdüren bir
topluluk olmaktadır. Fanatik Ermeni karşıtlığıyla Türk ırkçılığını
(Turancılığı) savunmak, her fırsatta İslam’a saldırarak, sosyalist ve Kemalist
bir tavır takınmak bunların alameti farikasıdır. Ama sadece solcu değil, sağcı
partilere; hatta Milli Görüş’e de sızanlar vardır. Örneğin, “Durmuş Durduyan”
iken Oğuzhan Asiltürk’e dönüşen Pakradunilere rastlanmaktadır.
Asırlarca Ermeni toplumunu yöneten Yahudi asıllı
‘Pakraduniler’in hikâyesi yeni yeni günışığına çıkmaktadır.
Selanikli Sabetaycılar, İspanyol Maranolar ve İranlı
Meşhedilerden sonra Ermeniler içinde de Yahudi orijinli bir unsurun 2 bin 700
yıldır varlığını sürdürdüğü anlaşılmaktadır. Pakraduniler (Bagratuni/Bagratids)
adı verilen ve asırlarca Ermeni toplumunu yöneten cemaatin hikâyesi M.Ö 730
yılında başlayıp günümüze kadar uzanmaktadır. Bu iddianın sahiplerinden birisi
de araştırmacı-yazar Levon Panos Dabağyan’dır. Yahudi asıllı Pakradunilerin
M.S. 1045 yılına kadar Ermenileri “acımasızca” yönettiğini ifade ederek,
iddialarına dayanak olarak dünyaca ünlü Yahudi tarihçilerinden Prof. Dr.
Abraham Galante’yi gösteriyor. Galante, “Pakraduniler veya Bir Ermeni-Yahudi
Tarikatı” adlı kitabında, “Pakraduniler, varlıklarını Juda İmparatorluğu’nun
sonlarından (M.Ö. 7. yüzyıl), 20’nci yüzyıla dek sürdürmüş olan Ermeni-Yahudi
karışımı bir kavimdir” saptaması yapmaktadır.
Bizans’ın kendi krallıklarına son verdiği Pakraduniler,
Selçukluların hakimiyetine girdikten sonra yüzyılımıza kadar hayatiyetini
cemaat içinde devam ettiriyor.
Hikâye milattan önce 730 yılında başlıyor. O tarihte, Ermeni
Kralı Sannasar, Filistin’e yaptığı seferde İsrail Kralı Osee’yi öldürerek, 10
Yahudi kabilesini esir alıyor. Sonra onları Fırat’ın ötesine, Güney
Ermenistan’a yerleştiriyor. M.Ö. 700’ler de, bu kez Babil Kralı Nabukadnezar,
Mısır Kralı Necho ile Kudüs Kralı Yoachim’e karşı bir savaş açıyor. Söz konusu
sefere, Doğu Ermenistan Kralı Hıraçya da büyük bir ordu ile katılıyor.
Hıraçya’nın bu savaşta gösterdiği olağanüstü başarı, Nabu kadnezar’ı fazlasıyla
memnun ediyor ve esir aldığı 10 bin Yahudi’nin yarısını Kral Hıraçya’ya hediye
veriyor. Bu esirler arasında İsrailoğulları’nın önemli şahsiyetle rinden Prens
Şampat (Smbat/Shampat) da bulunuyor. Şampat, kısa zamanda Hıraçya’nın
takdirlerine mazhar oluyor. Devlet hizmetine alınıp, önemli mevkilere
yükseliyor.
Esirlikten soyluluğa: Pakraduniler (Ermeni Görüntülü gizli
Yahudiler)
M.Ö. l5O’lerde soyunun Hz. Davud’a (as) dayandığını iddia
eden ve adı “Pakarad Şampa” olan bir Yahudi, zamanın Ermenistan Kralı
Vağarşak’a başvurarak, saray hizmetine girebilme talebinde bulunuyor. Dikkat
çekme ve kendini sevdirme açısın dan Prens Şampat’ı dahi gölgede bıraktığı
kaydedilen Pakarad Şampa, Kral Vağarşak’ın en yakın bendeleri mevkiine
erişiyor. Sonunda şaşırtıcı bir şekilde, Ermeni Kralları’na taç giydirme
imtiyazı ile 10 bin süvariye komuta etme hakkını elde ediyor. M.Ö. 90-36’larda
Ermeni krallarından Dikran II. (Büyük Dikran) İsrailoğullarına yönelik yeni bir
sefer düzenliyor.
Bu sefer sırasında esir aldığı binlerce Yahudi’yi o da
ülkesine götürüyor. Esirler arasından seçtiği “Aşod” adında bir asil Yahudi’yi
özel hizmetine alıyor. Bu olaylar sonucunda Ermenistan’a yerleşen ve zamanla
nüfusları hızla artan esir Yahudiler, sürgün yıllarının sembol ismi Prens
Şampat’ın hatırasını kendilerine rehber edinerek, teşkilâtlanıp millî
varlıklarını koruyabilme mücadelesine girişiyor. Zamanla Ermenilerin yönetimini
ele geçiren Pakraduniler M.S. 1045’e kadar Ermenistan’da saltanat sürmeyi
başarıyor.
26 yüzyıldır Yahudilikleri devam ediyor
“Kripto Yahudilik”konusunda uzman olan Türkiyeli Yahudi
Prof. Abraham Galante, “Les Pacradounis ou Une Secte Armeno-Juive/ Pakraduniler
veya Bir Ermeni-Yahudi Tarikatı / Baskı: 1933, Fransızca İst.” adlı eserinde bu
konuda hayli enteresan bilgiler veriyor:”Pakraduniler varlıklarını Juda
İmparatorluğu’nun sonlarından (M.Ö. 7. yüzyıl), 20’inci yüzyıla kadar sürdürmüş
olan Ermeni-Yahudi karışımı bir kavimdir. Eğin’de, ‘Erzurum-Sivas arasında’
(Malatya Balaban-Hekimhan, Erzincan Kemaliye hattında), Marmara Denizi’nin
Avrupa yakasında ve İstanbul Hasköy’de yaşamış oldukları bilinen Pakraduniler,
26 yüzyıldır Yahudi yönlerini sürdürmekte gösterdikleri kararlılık nedeniyle
Portekizli Marano’lar, Selanikli Dönmeler ve İranlı Meşhediler gibi Yahudi
kökenli topluluklar arasında sayılabilirler.” Malatya tarafından Darende’nin
Balaban kasabasına girişte ve yol üzerindeki Havra, kilise ve cami karışımı
yapı incelemeye ve irdelemeye değerdir.
Dabağyan, Pakradunilerin kullandığı isimlerin Ermenilerden
farklı olabildiğini söyleyerek; Ermeni tarihçi Gatoğigos Ğorenazi’den şu
nakilde bulunuyor: “Simpat adını, ‘Pakraduniler’ oğullarına verirler. Bu isim
İbranice’den geliyor ve aslı ‘Şampat’tır. Ermeniler arasında asırlarca pek
revaç görmüş olan ‘Pakrat, Simpat, Aşot, Kakik, İsrael, Tavit’ gibi isimlerin
Ermeni menşe’li olmadığı bariz şekilde meydana çıkmaktadır.”
Dabağyan, Bizanslı tarihçi Pavstos’un, 3. Asır’da bölgede
iskân edilmiş ve kısmen Hıristiyan olmuş Yahudilerin miktarını 400 bin olarak
verdiğini de kaydediyor.
Konunun uzmanı Gad Nassi: “Pakraduniler domuz eti yemezler,
oysa Ermenilerde serbesttir” diyor
Sabetaycılık, Ladino ve Kripto Yahudi cemaatleri konusunda
uzman isimlerden araştırmacı-yazar Dr. Gad Nassi, Pakradunilerin 20. yüzyılın
ilk yarısına kadar özel gelenekleriyle Sivas/Divriği ile Erzincan/Eğin (Yeni
adı Kemaliye) arasındaki bölgede varlıklarını sürdürdüklerini belirtiyor. Nassi’ye
göre cemaatin yayılımı, Arapkir, Hekimhan Kapadokya ve Kilikya/Çukurova’ya
kadar uzanıyor.
Nassi, Pakraduni soyundan gelenlerin fiziki görünüşlerinin
Ermenilerden ayrıldıklarını, kafa yapısı olarak Yahudiler gibi Dolikosefal
olduklarını kaydediyor. Bir Yahudi-Ermeni’nin evinde vefat gerçekleştiğinde,
evin içini tamamen değiştirdiklerini, evde asla su kullanmadıklarını, çünkü
ölüm meleğinin kılıcındaki kanı bu suyla temizlediğine inandıklarını
belirtiyor. 7 gün iş yapmayıp Yahudilerde olduğu gibi yas tuttuklarını da
belirtiyor. Nassi, Pakradunilerin Yahudiler gibi asla domuz eti yemediklerini,
cumartesi günü çalışma yasağına riayet ettiklerini, genelde cemaat içinden
evlendiklerini ve soyadlarının da Yahudi kökenlerini anlatacak şekilde
verildiğini ifade ediyor. Bunun da Ermeniler arasında “Yahudiliğin bir
uzantısı” olarak değerlendirildiğini söylüyor. Nassi, Pakradunilerin, siyaset,
ticaret ve finans alanında çok becerikli olduklarını kaydederken, benzer bir
grubun da geleneklerini koruyarak 19’uncu yüzyıla kadar Gürcistan’da Gürcüler
içinde hayatiyetini devam ettirdiğini ifade ediyor.
Aleviliği istismar eden Rafızî Ermeniler kimlerden oluşuyor?
Fransız Mareşali Horace Sebastiani, Türkiye Ermenileriyle
ilgili 1814 tarihli raporunda: Ermenileri normal Ermeniler ve
“Rafiziyyun/Rafiziler” olarak ikiye ayırır. Dabağyan “Osmanlı İmparatorluğunda
Şer Akımlar” kitabında bu raporu değerlendirirken, Fransızların Türkiye’deki
etnik yapıya daha 1800’lü yılların başında bile ne kadar hâkim olduklarının
anlaşıldığını ifade ederek şöyle tepki veriyor:
“Selçuklular devrinde, Alparslan’ın saflarına geçerek,
Bizans’a karşı savaşan ve sonradan İslam dinini kabul eden Ermenilerin büyük
bir kısmı, bilahare ‘Alevi Mezhebi’ne geçmiş ve öyle kalmışlardır. (Yaptıkları
isyan ve taşkınlıkları da saf Alevi Müslümanlara mal etmeye çalışmışlardır.)
Demek ki, Mareşal Horace Sebastiani, Fransa’nın Türkiye üzerinde taşıdığı gizli
emellerin tahakkuk sahasına aktarılacağı zaman, Osmanlı topraklarında yaşayan
bilumum unsurlardan istifade edebilmek için Anadolu topraklarında yaşayanları
da iyiden iyiye tetkik etmiş veya ettirmiş!” diyor.
Ermeni asıllı Türk vatandaşı yazar Torkom İstepanyan ise
Pakradunilerle ilgili şu değerlendirmede bulunuyor: “Türk-Ermeni kardeşliğinin
başlangıcı 11’inci yüzyıl ortalarına dayanır. 1064’te Pakraduni Ermeni
Krallığına Bizanslılar tarafından son verilince, Bizans zulmüne dayanamayan
Ermeniler Türklerin himayesine sığınmış lardır. Bu devre onlar için huzurlu
yıllardır. Vatanlarına sımsıkı bağlanmışlardır. Türkler tarafından bunlardan
bazılarına “Paşa”lık unvanı bile takılmıştır. Böylece ilk Türk-Ermeni
dostluğunun temeli atılmıştır. Bu kardeşliğin en güzel kanıtı da bugün dünyanın
dört bucağına serpilmiş olan Ermeni toplumunun günümüze dek varlığını sürdüren
Türkçe kökenli soyadlarıdır. Örneğin, Romanya doğumlu olduğu halde dünya
Ermenilerinin Ruhani Reisi Gatogigos Vazgen I’in soyadı ‘Balcıyan’dır.”
Ermeni isyanlarının arkasında Pakraduniler yatıyor!
Yazar Levon Panos Dabağyan, Ermeni meselesinin can damarını
teşkil eden “1. Zeytun İsyanı’nın” arkasında Fransa ve Vatikan’ın bulunduğunu,
isyanın düzenle yicilerinin Pakraduniler olduğunu ileri sürüyor. Dabağyan,
Zeytunluların kökeniyle ilgili olarak şöyle diyor: “Ani Beldesi’nin
Bizanslılara geçmesinden ve Bizanslıların Ermeni katliamından sonra,
Anadolu’nun muhtelif bölgelerine dağılan ‘Pakraduni Hanedanı’ mensupları Haçin
ve Zeytun havalisine yerleşmişlerdi. Dolayısıyla (Fransa’nın gönderdiği Katolik
Ermeni) maceracı Leon, Ermenileri isyana teşvik için gerçekten en münasip
bölgeleri seçmiş demekti. Zira, Pakraduni Hanedanı, zaten birtakım entrikalara
müsait ve gayri Ermeni bir unsur idi” diyor.
Dabağyan 1862 ve 1895’te iki kez denenen isyanın ise
Türkiye’ye sadık Gregoryan Ermenilerin destek vermemesi üzerine akamete
uğradığını kaydediyor. Pakradunilerin de hâlâ var olduğunu belirtiyor: “Hâlâ
varlar tabii; ama sayıları ne kadardır ve hangi organizeler içinde yer
almışlardır bilemem. Sanmıyorum. Ancak, bizde birine ‘Pakraduni!’ dedin mi, bu
hakaret için kullanılırdı. Çocukken birine kızdığımızda, ‘Pakradunisin ulan
sen!’ derdik. Onların ırklarından gelen bir zekâları, müztehzi bir bakışları,
hesapçı, işini bilir bir yapıları vardır. Tarım ve zenaattan çok hep ticaretle,
para/finans işleriyle uğraşmışlardır.”
Levon Panos Dabağyan gibi, seçkin ve seviyeli bir aydınımız
olmakla beraber, T.C. Devletine ve ülkesine gönülden bağlı, hepimizin ortak üst
kimliği olan Türk kavramına sahip ve saygılı bir Ermeni vatandaşımızın bu
gerçekleri samimiyetle açıklaması ayrı bir önem kazanmaktadır.
PAKRADUNILER HANEDANI VE ERMENİLER
“Selçuklular ve Öncesi Devirleri” (859-1045)
Tarihi kaynaklarda ve tarihi yeni kitaplarda, “Ermeniler ve
Ermenistan” konusuna temas eden bölümlere dikkatle bakılarak olursa, şu garip
durumla karşı karşıya gelinir. Şöyle ki; hayırlı işler yapmış olan Ermeni
büyükleri kötülenir ve bilhassa “Türklere ihanet etmiş” olanlar ise, “doğrudan
Ermeni gösterilir.” Bu durum ise Ermeni kavmini Türklere karşı ve düşman
oldukları intibaını uyandıran bir taktiktir!.
Gerçi böylesi icraatların gerçek çehresini açıklığa
kavuşturan, “siyaset dışı” tarihi kaynak ve eserler mevcuttur. Ancak, ne yazık
ki böylesi tarafsız eserler maalesef pek az olduğundan gözlerden uzak
kalmaktadır.
Biz, yukarıda kayda geçtiğimiz bu garabetli işe Türk-Ermeni
münasebetlerini ilelebet bozuk tutmak isteyen bir takım “gizli ellerin
karıştığı” ve tarihi tahrif yolu ile, sinsi maksatlar güttükleri inancıyla
bakmaktayız.
Meselâ; Kars-Ermeni kralı Kakik II’nin, Sultan Alp-Arslan’ın
samimiyetini istismar etmesi vakası, doğrudan; “Ermeni samimiyetsizliği, Ermeni
ihaneti” olarak birçok tarihi kaynak ve eserlerde geçmektedir. Peki bu doğru
mudur? Hemen cevaplayalım: Hayır, doğru değildir! Tam aksi; “Tarihi bir yanlış
veya tahrifattır.”
Zira Kakik II’nin saltanat sürdüğü dönem olan (1042-1045)
tarihleri arası, “Doğu-Ermenistan”ın külliyen “PAKRADUNİLER HANEDANI
HAKİMİYETİ”nde olduğu tarihi kaynaklarca sabittir.
Kral Kakik II ise; tam iki asır Ermenistan’a hükümran olan
ve aslen Ermeni asıllı olmayan, Pakraduniler Hanedanının son hükümdarı idi.
Ancak buna rağmen, daha sonraları çok ağır bir hata işlemiş
olduğunu anlayarak, Sultan Alp-Arslan’dan af dilemiş ve Yüce Türk Hakanı onun
özrünü kabul ederek, kendi saflarına davet etmiş ve fakat, ardarda meydana
gelen aksilikler, Kral Kakik II’nin yüce hükümdarın yanına varabilmesini
önlemiştir ve öyle sanıyoruz ki, şayet varabilseydi, Ermeni kavmi günümüzdeki
hazin durumda olmayacaktı!.
O asırların Ermenilerine gelince, bu bahtsız kavim kendi
ülkesi içinde olduğu halde: yabancı bir kavmin boyunduruğu altında inim inim
inleyip durmuştur. Bir başka ifadeyle kendi hayatları, kendi yaşantıları
hususunda tek bir söz dahi söylemeye hakları yoktu. Yani açıkçası kendi
ülkelerinde, bir başka kavmin esareti altındaydılar.
O halde bu tarihi yanılgıyı veya bilhassa tahrif kanalı ile
gerçeklerin bilinmemesini sağlayanların, iğrenç tahrifatlarını meydana
çıkartmak ve tarihi belgelerle gerçekleri ispat etmek, Türk-Ermeni
münasebetlerinin düzeltilebilmesi açısından, bizlerin attığı ilk adım olmuştur,
diyebiliriz. Çünkü, Sultan Alp-Arslan ve Kral Kakik II vakası; Türk ve Ermeni
münasebetleri bahsinde hiç de kulak arkası edilecek bir vaka değildir. Çünkü,
günümüzdeki bağımsız Ermenistan başta olmak üzere, batı ülkelerinde emperyalist
devletlerin ücretli maşası Ermeni bozuntuları da dahil. Ermeni milleti bir
bütün olarak varlığını külliyen; “Selçuklu, Osmanlı Devletleri ve dolayısıyla
da, yüce Türk milletine medyundur.” Bunun aksini iddia edenler ya cahil veya
hamaset duygularıyla körelmiş basiretsiz nankörlerdir. Çünkü, tarih hemen her
meselenin doğrusunu gösteren en değerli anahtardır. Bu anahtarı dürüst
kullanan, hakikatlerin nurlu ışığını rahatlıkla görebilir!.
“Pakraduniler’in Ermeni soyundan gelmedikleri bahsine temas
etmeden, şu noktayı bilhassa belirtmek isterim ki; “Pakraduniler’in menşeine
temas ederken, hiçbir surette; “ırkçı bir tutum neticesi, fanatik düşüncelere
saplanmış değilim.” Irki mevhumlar üzerinde durmamın yegâne sebebi; tarihi
vakaları tüm yönleriyle meydana çıkarıp, değerli okuyucularım ile tarih
meraklılarına, Ermeniler konusunda en sağlam kayıtları sunabilmektir. Kaldı ki,
tarihi mevzularda, vakaları gün ışığına kavuşturabilme uğraşında daha başka bir
sistemin var olduğu asla söylenemez. Çünkü, öyle bir sistem mevcut değildir.
Dahası tarih bir hadiseyi gün ışığına çıkartıp, aydınlığa kavuşturabilme
çalışmalarında; herhangi bir kavmin gocunabileceği düşüncesiyle hareket
edilecek olursa, ortaya kupkuru bir yazı kalabalığı çıkmış olur, böylece onca
emek verilmiş bir eser, sırf bu sebepten dolayı, hakiki özelliğini yitirmiş
olur.
Kim
bu Pakraduniler?
Dolayısıyla “Türk, Ermeni, Yunan, Rum, Süryani ve Musevi’ler
başta olmak üzere hemen hiçbir milletin mensubu; eserimizde yer alan vakalar
içinde, kavimleriyle alâkalı menfi pasajlara rastladığı zaman asla
gocunmamalıdır. Dahası bu kitapta ana temayı temsil eden konu her şeyden evvel
yüce Türk millet ve devletinin millî menfaatleri başta olmak üzere; süper
devletler tarafından günümüzde dahi adeta bir kobay gibi kullanılan, Ermeni
milletinin istikbali mevzubahistir. Buna rağmen kitapta yer alan vakalar içinde
geçen her kavmin millî haysiyeti özellikle düşünülmüş ve doğrudan şahısların
icraatları üzerinde durulmuştur. Yer yer rastlanacak olan menfi
değerlendirmeler ise bizim yorumlarımızın dışında kalmaktadır. Zira, bizzat o
çağlarda yaşamış ve vakaları bizzat görebilmiş tarihçilere aittir ki; bu durum
karşısında hemen herkesin şapkasını çıkarması lâzımdır!. Dahası; “Rüzgâr
ekenlerin, fırtına biçmekten gayrı hiçbir çareleri olmadığını” peşinen
kabullenmek elzemdir. Çünkü, kaçınılmaz bir gerçektir!.
Hele hele FRANSIZLAR, İNGİLİZLER, RUSLAR ve AMERİKA BİRLEŞİK
DEVLETLERİ, bu hususta hiç mi hiç alınmasınlar. Zira; bir buçuk milyon
Ermeni’nin Türkler tarafından kesilmiş olduğu iddiasını; yıllar yılı çeşitli
entrika ve propagandalarla Ermenilerin kafalarına sokan ve bu uğursuz
propagandayı hâlâ sürdüren bizzat kendileridir. Dahası Ermeni-komite
artıklarının meydana getirdikleri, acımasız cinayet şebekelerini; madden ve
manen besleyen ve de ülkelerinde barındıranlar yine kendileri olmuş ve
olmaktadır!.
Bu konuda son bir hususa daha temas etmek isterim ki,
gerçekten bu babda pek üzgünüm. Daha doğrusu, “Türk-Ermeni cemaati olarak” son
derece üzgünüz. Durum aynen şudur:
Yıllar yılı gizli gizli Ermeni cemaati aleyhinde bulunan ve
bilhassa bazı Bab-ı Ali gazetelerince Türk-Ermenisini de rahatsız eden yalan
yanlış beyanlarla, Türk-Ermenileri aleyhinde bir cereyan meydana getirmeye
çalışan ve bizler gibi dinen azınlık bir kavim, bu durumu günümüzde daha da
hızlandırmış ve bizleri kötüleyebilmek için her ne melânetlik var ise
sergilemektedir!.
Bu entrikacı kavmin asıl hedefi ise Türkiye’de bir tek
Ermeni’nin kalmamasına dayanmaktadır. Bunu istemesinin hem de pek derin bir
arzu ile istemesinin yegâne sebebi ise “Ermenilerin gitmesinden sonra, ülke
ticaretini külliyen ele geçirebilmesi gayesine” dayanmaktadır!.
Bunda muvaffak olabilirler mi, olamazlar mı orasını bilemem
ama yazar Ali ULUSAL Beyin şu değerli uyarısı, bu doymaz kavme, herhalde bir
nebze olsun nasihat yerine geçer diye düşünmemekte, doğrudan niyaz etmekteyim.
“Herkesin bir hesabı varsa, Allah’ın ayrı bir hesabı
vardır.”
PAKRADUNILER’İN MENŞEİ VE SAHNEYE ÇIKIŞLARI
M.Ö. 730 tarihinde Kral Sannasar, Beni İsrail’e yaptığı seferde;
Beni İsrail Kralı Osee’yi öldürerek, Samarie’de taş üstünde taş bırakmamış ve
“10 Musevi kabilesi’ni esir alarak, Fırat’ın ötesine, Güney-Ermenistan’a
yerleştirmişti ve bu bir başlangıçtı.
Yine M.Ö. 700’lerde Kral Nabukadnezar; Mısır Kralı Necho ve
Kudüs Kralı Yoachim’e karşı bir sefer açmış ve bu sefere, Doğu-Ermenistan Kralı
Hıraçya da büyük bir ordu ile iştirak etmişti.
Hıraçya’nın bu savaşta gösterdiği olağanüstü dövüş gücü,
sadakat ve kahramanca saldırıları, Kral Nabukadnezar’ın pek hoşuna gitmiş ve
Kral Hıraçya’yı takdirle, esir almış olduğu 10.000 Musevi’nin yarısını ona
hediye etmişti ve bu esirlerin arasında ilerde Ermenileri külliyen
hâkimiyetleri altına alacak olan bir esrarengiz kavmin ünlü prenslerinden
Şampat da bulunuyordu. Zeki ve becerikli olan bu Prens, zamanla Kral
Hıraçya’nın sevgi ve takdirini kazanarak, “Devlet Hizmeti’ne alınarak önemli
mevkilere yükseltildi ki, bu durum bizzat bir Ermeni Kral tarafından, bilemeden
kendi milletine yaptığı bir yanlışın doğrudan kendisi idi!..
Daha sonra M.Ö. 150-128’lerde; aile menşeinin Hz. Davud
Peygambere dayandığını iddia eden ve adı PAKARAD ŞAMPA olan bir Yahudi, Ermeni
Kralı Vağarşak’a müracaat ile, saray hizmetine girebilme dileği ile bin bir dil
dökerek, kabul edilmesi için adeta yalvardı…
Bu garip ve son derece esrarengiz yabancının nasıl birisi
olduğunu ve söylediği gibi gerçekten hayli maharetli olup olmadığını merak eden
Kral Vağarşak, Kral Hıraçya’ya hizmet veren Prens Şampat’ın, kralı son derece
memnun kılmış olduğunu da dikkate alıp, bu yabancıya bir şans tanımayı uygun
bulmuştu. Zira, kendisine müracaat eden yabancı da aynı ırka yani diğerinin
ırkına mensuptu. Dolayısıyla bu esrarengiz Prens, Pakarad Şampa da böylece
hizmete alınmış oldu.
Ne var ki, bu yabancı Prens, diğer ırkdaşından daha atak ve
daha cüretkârdı. Nitekim, devlet hizmetindeki üstün başarıları o derece fayda
temin etmişti ki, Kral Vağarşak bu Yahudi Prensini kendi gözdeleri arasına
kattı ve böylece Pakarad Şampa Ermeni Krallarına taç giydirme imtiyazı ile
“10.000 Süvariye” komuta etmek hakkını elde etmişti.[2]
Bütün bu hadiselerin zuhur ettiği dönem içinde Kral
Vağarşak, yeni bir Mabet inşa ettirmiş ve Mabedin iç dizaynı çalışmalarında
duvar süslemelerinde “Güneş, Ay ve atalarının tasvirleriyle” bazı konularla
alakalı motifler işletmişti ve inşası iç tezyinatla birlikte tamamlandıktan
sonra, Mabedin açılışı göz kamaştırıcı bir muhteşemlik içinde icra edildiğinde,
Mabede gelen Kral Vağarşak, sevinç ve gururla ilerlerken, önünde yürüyen
merasim kıtası, son derece nefis bir sanat eseri olan “altın bir kartal”
taşımaktaydı ki, bu adet ananevi idi. Ermeni krallarının önünde muhakkak
altından imal edilmiş bir kartal taşınırdı.
Muhteşem bir merasimle Mabede giren Kral Vağarşak, Pakarad
Şampa’ya; “Kendisi ile birlikte tanrılarına ibadet etmesini teklif etti.”Ne var
ki, Pakarad bu isteği kesinlikle reddedince, Kral Vağarşak bu bendesini daha
ziyade sevdi. Zira, karşısındaki bir kral dahi olsa, dininden dönmeyi kabul
etmemişti. Bu onun son derece dürüst olduğunu tekrar tekrar ispat etmekteydi.
Dolayısıyla O’nu affetti.
Ancak, bu durum zaman içinde bir başka boyuta dönüşünce,
karşılıklı saygının yerini sinsi bir düşmanlık almıştı. Şöyle ki, Kral
Vağarşak’ın mahdunu, Arsak I, babası ile aynı düşünceye sahip değildi ve bu
esrarengiz Yahudi’den hiç mi hiç hoşlanmıyordu. Dahası, onu gördüğü zaman,
manasını bir türlü kavrayamadığı garip bir sıkıcı his bütün benliğini
kaplamaktaydı!.
Pakradunilik: Türkiye'yi birbirine düşman iki millete ayırdılar
Böylesi karmaşık hisler içinde bocalayan Arsak I, mezkûr
Pakraduni’nin mahdunlarına aynı teklifi tekrarladı ve kendi inandığı tanrılara
tapınmalarını emretti. Ancak, Pakarad’ın mahdunları emri şiddetle reddettiler.
Bunun üzerine gazaba gelen Kral Arsak I, gözlerinde şimşekler çakarak,
kızgınlık içinde şunları söyledi, daha doğrusu adeta haykırdı:
– Güneş ve Ay Tanrılarına tapınmayanlar dinsizdir ve ölümü
hak etmişler demektir! diyerek her iki Musevi gencin başlarını vurdurdu. (M.Ö.
128-115)
Kral Arsak I’den sonra ise aynı şiddeti gösteren, ünlü
Ermeni Krallarından, Dikran II (Büyük Dikran diye bilinir), İsrail’e yeni bir
sefer hazırladı ve bu sefer esnasında (M.Ö. 90-36) aynen Kral Hıraçya gibi,
binlerce Musevi’yi tutsak alarak ülkesine götürdü ki, ülkesine döndüğü zaman
atının iki tarafında yürüyen Musevi Prensleri, onun muzaffer dönüşünü
müjdeleyen birer belge nişanesini temsil etmekteydiler. Bunların içinden
seçtiklerini kendi hizmetine alan Kral Dikran II hizmetinde bulunan Aşod
adındaki Musevi’ye:
– Şahsın ve soydaşların, benim milletimin inandıkları
tanrılara inanıp, tapınacaklar. Emrim derakap uygulanacak! dedi. Ne var ki,
Aşod da diğerleri gibi, dinini değiştirmeyi kabul etmedi ve kesinlikle
reddetti.
Bunun üzerine gazaba gelen Büyük Dikran; Aşod’un dilini
kestirdi ve ülkesinde bulunan bütün Musevileri, kendi adına inşa ettirmeye
başlattığı, “DİKRANAKERD” – “DİYARBAKIR SURLARI” inşaatında çalıştırmaya karar
verdi ki; mevzubahis surların ve şehrin inşasında, Kapadokya seferinden
getirmiş olduğu 300.000 esir çalıştırılmaktaydı.
Tutsak Museviler Teşkilatlanıyor
Ancak, o asırlarda belki geçerli olan ve fakat tamamen
vahşeti temsil eden bu trajik vakalar, Musevileri bir yerde aralarında
birleşmeye doğru gitmiş ve böylece teşkilâtlanmaya başlamışlardı… Hani hakları
da yok değildi. Bu diyarlara gönül azalarıyla gelmemiş, tutsak olarak
getirilmişlerdi. Dolayısıyla, yurtlarından edildikleri yetmezmiş gibi, bir de
“sadece kendilerine özgü, müstakil dinlerinden de olma tehlikesiyle karşı
karşıya kalmaktaydılar!.. Böylece her birisi, yekdiğerine tam bir içtenlikle
sarılarak; İsrail Prensi Şampad’ın hatırasını kendilerine başlıca rehber
edindiler ve Pakarad Şampad’ın liderliğinde, gizlice teşkilâtlanmaya
başladılar. Teşkilâtlandıktan sonra, kin ve intikam hırsı içinde öylesine
zekice bir plân hazırladılar ki, plânın mükemmelliği karşısında kendileri dahi
adeta şaşkına dönmüşlerdi!.
Plâna göre, kademe kademe ilerleyerek, Ermenistan Sarayını
külliyen ele geçirecek ve böylece devletin kilit noktalarına erişerek, ülkeyi
tamamen hâkimiyetleri altına alacaklardı.
Ermenilere gelince, onlar bu durumun hiç mi hiç farkında
değildi ve son derece temkinli hareket eden Musevilerin hizmetlerinden son
derece memnundular. Ancak, bu memnuniyetleri ve Musevilere karşı umursamaz bir
tavır almaları, daha sonraki yıllarda Ermenilere pek pahalıya mal olacak ve
Ermenistan’ı külliyen ele geçiren Museviler; tamamı tamamına “İki Asır”, Ermeni
milletine adeta kan kusturacak ve de Ermenistan’ın sükutuna kadar, Ermenilere;
kendi vatanlarında tutsak hayatı yaşatacaklardı…
Pakraduniler’in Hakimiyete Geçiş Devri Başlıyor (M.S.
859-885)
Kral Vağarşak döneminde başlayarak, sistemli şekilde ve hiç
mi hiç sezdirmeden, tüm tasavvurların fevkinde servet edinip, ülkenin
“iktisadiyatına” tesir edebilecek seviyeye yükselen Museviler, yine kendilerine
has bir sabırla hemen her engeli bertaraf ederek, zamanla elde ettikleri
muazzam servet sayesinde “ARARAT’-TAYK VİLAYETLERİ’nin yarısından fazlasını
satın almışlardı. Mesela Durperan’da, yüksek Ermenistan’da ve Gugark’ta gayet
muazzam ve şaşaalı mülkleri bulunuyordu. Sekizinci asırda ise, Pakraduni
zürriyetinin emlâkine: “Bâyezid, Bagaran, Muş, Kulb, Kars, Shirakavan, Ani,
ispir, Ahısha, Artvin ve Ardahan şehirleri” de ilave edilmişti.[3]
(M.S. 637 tarihinden itibaren “Arap hâkimiyetine” giren Ermenistan,
o tarihlerde tam bir kargaşalık ve anarşi içindeydi. Gerçi hakiki Ermeni halkı
henüz çoğunluktaydı ama, Ermenistan’da gerçek mânâda söz sahibi olanlar
“PAKRADUNİLER” yani, “Musevi dönmeleri” idi.
Velhasıl, Ermeni milleti çoktan hükümranlığını yitirmiş;
fukaralık ve sefalet içinde kıvranarak, kendi ülkelerinde adeta tutsak hayatı
yaşamaktaydılar. Bir başka ifadeyle de; “Doğu-Ermenistan, Ermenistan olmaktan
çoktan çıkmış; “Yahudistan” şekli almıştı!.. İşin en enteresan ve hazin tarafı
da, Ermenilerin bu durumun farkında olmayışlarıydı ve acı gerçeği öğrendikleri
zaman ise, iş işten çoktan geçmiş olacaktı…
Böylesi bir garip şerait içinde Araplarla anlaşan
Pakraduniler, Araplara ağır vergiler vermeyi kabullendiler. Zira, nasıl olsa bu
ağır vergileri kendi keselerinden ödemeyip, sahipsiz halkın sırtından elde
edeceklerdi. Yani bu ağır yükün altına giren, doğrudan doğruya
“Turan-Ermenileri” olacaktı.. Nitekim bin bir yokluk içinde kıvrım kıvrım
kıvranan bu zavallı ahaliye; “Pakraduniler ve Araplar” adeta kan
kusturacaklardı…
Vergileri toplama görevi Araplar tarafından, “Aşod
Pakraduni’ye verildi ve “Prensler Prensi” unvanı ile Ermenistan’a vali tayin
edilen Aşod Pakraduni, bu görevinde beklendiğinden ziyade başarılı oldu ve
böylece; değil vergi ödemek, yiyecek ekmeğini zor temin edebilen Ermeniler’in,
ellerinde, avuçlarında her ne var ise alındı, daha doğrusu cebren gasp
edildi…[4]
Yazar Nejat HAKKUL
[1] (Sorun olan Ermeniler / Suat Akgül, Ali Güler, Türkar
Yay. İst. 2003. s: 402)
[2] Ermeni kaynakları, Pakraduniler soyundan, daha doğrusu
liderleri olan Prens Şabad ve Pakarad Şampa’nın Ermeni Krallarına son derece
hizmet vermiş olduklarını, adeta söz birliği etmişçesine, sonsuz methiyelerle
bezenmiş kayıtlar düşmüşlerdir.
Lâkin ne gibi meselelerde, nasıl hizmetleri geçmiş ise,
sarih şekilde meydana koyan herhangi bir kayda rastlamadık!. Dolayısıyla, bu
hususun ayrıca tetkiki elzemdir inancındayız!.
Bizans tarihçisi, Pavstos bu konuda III’ncü asırda
Ermenistan’da iskân etmiş ve kısmen Hıristiyan olmuş Musevilerin miktarı,
“400.000 nüfusu” bulmuştu kaydını geçmektedir.
Büyük Ermeni tarihçisi ve din adamı, ünlü “MOLSES GATOGİGOS
GORENAZİ’nin bu konudaki kaydı da son derece önemlidir ve şu kayıt geçmiştir:
-S1MPAD adını, PAKRADUNİLER mahdunlarına verirler. Bilesiniz ki, isim
İbranice’den geliyor ve aslı “ŞAMPAD”dır.
Kars, Ani ve Gürcistan’da PAKRADUNİLER zürriyetinden krallar
çıkmıştır. Bu vaziyete göre Ermeniler arasında asırlar boyu pek revaç görmüş
olan: “PAKRAD, SIMPAT, AŞOD ve MOLSES” vs. gibi isimlerin tamamı,
Pakraduniler’den, Ermenilere geçmiş ve aslen Ermeni kökenli isimler olmadığı
bariz olarak görülmektedir.
[3] Bu hususta daha geniş bilgi için bakınız:
“ŞAHNAZARYAN-ERMENİ TARİHİ”, Baskı: Paris-Fransa. Baskı tarihi: 1859, sayfa:
32, “Ermenice”
[4] (Emperyalistlerin Kıskacında ermeni Tehciri, IQ Kültür
Sanat yy., 1. Bas. Nisan 2007 İST.)
Pakraduni Hanedanı
Vikipedi, özgür ansiklopedi
Pakraduni veya Bagratuni Hanedanı (Ermenice: Բագրատունիների հարստություն/Bagratunineri
harstutyun), 885-1045 yılları arası Ermenistan ve Doğu Anadolu'da hüküm sürmüş
Ermeni hane danlığı.
Pakraduniler, ilk olarak MS 30 yılında Yenanos adlı İspir
kralı ile tarih sahnesine çıktılar. Yenanos'un ardından kral olan Bagarat'dan
ötürü Pakraduni olarak anıldılar. Hanedanlık 885 yılında Ashot I tarafından
kuruldu. Başkenti bugünkü Ermenistan sınırları içinde bulanan Divin olmasına
karşın 961 yılından itibaren Ani başkent olmuştur. Pakraduni Krallığı'nın
güneyinde Abbasilere bağlı Kürt bir emirlik olan Mervaniler ve Abbasiler,
Kuzeyde Gürcü Bagrationi krallığı, batısında ise Bizans bulunmaktaydı.
PAKRADUNİLİK
Pakradunilik bundan 2600 yıl öncesine dayanır. O tarihlerde
Ermeni kralı Filistin'e sefer etmiş, Yahudi kralını yenmiş, ordusunu bozmuş ve
büyük miktarda Yahudiyi Ermenistan'a köle olarak götürmüştür. Kısa bir müddet
sonra bu Yahudiler yalancıktan Ermeni ve Hıristiyan olmuşlar, devletler
kurmuşlardır.
Mehmet Şevket Eygi'nin Milli Gazete'de yer alan bugün kü
yazısı:
*Birinci gerçek: Türkiye halkını birbirinden kopuk,
birbirine düşman, birbiriyle barışmaz, anlaşmaz, uyuşmaz iki kısma ayırdılar:
Egemen azınlık halkı ile çoğunluktaki Müslüman halk. *İkinci gerçek: Müslüman
çoğunluğu birbirinden kopuk irtibatsız bine yakın irili ufaklı parçaya,
İslamcılığa, cemaate, gruba ayırdılar. *Üçüncü gerçek: Ümmeti yıktılar. Onun
yerine hizip, fırka, cemaat, tarikat, parça, sekt asabiyeti, militanlığı ve
fanatizmi getirdiler. *Dördüncü gerçek: Çoğunlukta olan Müslümanları dilsiz
ettiler. Alfabeyi değiştirdiler, lisanı bozdular. Düşüncenin, medeniyetin,
bütün hayırlı faaliyetlerin, yüksek kültürün ana vasıtası olan edebî, yazılı,
zengin Türkçe elden gidince halk ve okumuşlar câhil kaldı. *Beşinci gerçek:
Eğitimi çökerttiler… Eğitimde keyfiyete değil kemiyete önem verdiler…
Okullardan bitirme imtihanlarını, liselerden bakaloryayı kaldırdılar. Seviyeyi
korkunç şekilde düşürdüler. Eğitim çökünce medeniyet çöktü. *Altıncı gerçek:
Uzun yıllar boyunca yüksek ve müzmin enflasyonla bütün kurumları çürüttüler.
Kendileri yüz milyarlarca dolar faiz, borsa rantları elde ettiler, ceremesini
ülke ve halk çekti. *Yedinci gerçek: İslam’ı mihraptan yıkmak için, birtakım
sahte ve bid’atçi ilahiyatçılar vasıtasıyla dinde reform, dinde yenilik, dinde
değişim, Fazlurrahmancılık, İslam feminizmi ve daha bir sürü bid’at cereyanı
çıkarttılar, Ehl-i Sünneti sarstılar. *Sekizinci gerçek: Bugün Türkiye’de iki
ayrı medeniyet çarpışmaktadır. Biri, çağdaşların ve laiklerin şeytani
medeniyeti, diğeri Müslümanların medeniyeti. İslam’ın medeniyeti demedim.
Müslümanlar çağdaş kültür, İslam ahlakı, İslam’ı doğru şekilde anlamak, İslam
sanatı, İslam mimarisi, kurumsallaşma, yazılı kültür, şehir kültürü konularında
maalesef gerçek İslam’ın gerisinde kalmıştır. Bunun başlıca iki sebebi vardır.
Yetersizlik ve din sömürüsü. *Dokuzuncu gerçek: Şu anda İslami kesimin içinde
sürüsüyle casus, ajan, provokatör, istihbaratçı, kripto bulunmaktadır. Bunlar
Müslümanları parçalamakta, birbirine düşürmekte, yanlış yollara
yönlendirmektedir. *Onuncu gerçek: Cumhuriyet tarihinde görülmemiş bir
hürriyet, serbestlik, imkân ve fırsat olmasına rağmen Müslümanlar, gevşek bir
konfederasyon şeklinde bile olsa birleşemiyorlar, tek bir ümmet olamıyorlar,
başlarına ehliyetli bir İmam-ı kebir seçerek ona biat ve itaat edemiyorlar. *On
birinci gerçek: Bugünkü Türkiye Müslümanları bir fetret devri yaşamaktadır…
Başlarında bir imam bulunmayan, tek bir ümmet oluşturamayan Müslümanlar fetret
Müslümanlarıdır. Kimse aksini iddia etmeye kalkışmasın. Cahilî, Şifahî, sathî
ve bedevî kültür, çoğunluktaki Müslümanları zillet, esaret ve güçsüzlük içinde
bırakmıştır. *On ikinci gerçek: Bu ülkede her yıl İslami hizmet ve faaliyetler
için muazzam paralar, milyarlarca dolarlar toplanıp harcanmaktadır ama
Müslümanlar yine de birleşememekte, yine de biatli ve itaatli olamamaktadır.
Bunda cahilî ahlakın büyük rolü vardır. Maalesef Türkiye Müslümanları Kur’anî,
Nebevî, Şer’î yüksek ahlaktan büyük ölçüde kopmuşlardır. İslamla bağdaşmayan
cahilî ahlak… Nerede Kur’an ahlakı, Peygamber (Sallallahu aleyhi vesellem)
ahlakı, Selef-i Sâlihîn ahlakı; nerede bugünkü ahlak. Türkiye’nin bugün karşıya
karşıya bulunduğu çok vahim, çok büyük, çok derin krizlerin çare ve çözümleri
Kur’anda, Sünnette, Şeriatta, İslam Hikmetindedir. Bu çare ve çözümleri arayıp
bulacak, Müslüman halkı irşad edip ona yol gösterecek, idarecilere rehberlik
edecek büyük ulema, büyük fukaha, büyük meşayih, büyük kamil mürşidler, ziyalı
yüksek kültürlü Müslüman düşünürler nerededir?
(İkinci yazı) Pakradunileri Bilmek Tanımak Halkımız
Sabataycılık hakkında az buçuk bilgi sahibidir ama Pakraduniler hakkında yoğun
bir cahillik ve karanlık vardır. Pakradunilik bundan 2600 yıl öncesine dayanır.
O tarihlerde Ermeni kralı Filistin’e sefer etmiş, Yahudi kralını yenmiş,
ordusunu bozmuş ve büyük miktarda Yahudiyi Ermenistan’a köle olarak götürmüştür.
Kısa bir müddet sonra bu Yahudiler yalancıktan Ermeni ve Hıristiyan olmuşlar,
devletler kurmuşlardır. Yakın tarihlere kadar Pakraduniler bir tür Ermeni
Sabataycısı gibiydiler. Cumhuriyet devrinde bunların bir kısmı iğreti Ermeni
kimliğini bırakmış Müslüman görünmüştür. Sabataycılar hakkında çok kitap ve
araştırma var ama Pakraduniler hakkında çok az bilgi vardır. Türkiye’de olup
bitenleri anlamak istiyorsak mutlaka ama mutlaka Pakradunileri tanımak
zorundayız. Aksi takdirde oynanan oyunları anlamamız mümkün olmayacaktır.
Bendeniz bu konuda uzman değilim, derin bilgiye sahip değilim. Müslüman kesimde
büyük paralara sahip vakıflar, dernekler, cemaatler vardır. Bunların bir ehil
ve güçlü tarihçilerden ve uzmanlardan oluşan bir ekip kurarak Pakraduniliği ve
Pakradunileri incelemeleri ve araştırmaları gerekir. Pakradunilik Türkiye’ye
özel bir şey değildir. Birçok ülkede Pakraduniler vardır O ülkelerin kimliğine,
dinine, rengine, kültürüne boyanmışlardır. Anladığım kadarıyla Pakradunilere
güvenemeyiz. O halde onları tanımamız gerekmektedir. Elinde para, imkan, fırsat
olan Müslümanlar düşünsün. Müslümanlar şu realiteleri akıllarından hiç
çıkartmamalıdır: Türkiye’de bir milyondan fazla Kripto Yahudi yaşamaktadır.
Yine bir milyondan fazla Kripto Hıristiyan bulunmaktadır. Kripto Yahudiler
sadece Sabataycılardan ibaret değildir. Bu konularda, elde belge bile olsa isim
vermek doğru değildir. Müslümanlar “Kurtuluş Savaşının İçyüzü ve M. Kemal
Araştırmaları Enstitüsü” kurup derin ilmî ve tarihî araştırmalar yapmalıdır. “Türkiye
Yahudilerini, Sabataycıları, Kripto Yahudileri Araştırma Enstitüsü” adıyla
başka bir araştırma merkezi kurulmalıdır. Bu anlattıklarım şifahî=sözlü
kültürle başarılamaz. Yeterli sayıda Müslüman gence İbranîce ve Ermenice
öğretilmelidir. Bunlar bedevî kültürü ile olmaz.
Hahambaşı Haim Nahum’un 1920’lerin başında bağrımıza
sapladığı Lozanın gizli protokolleri kazığını, 2013 yılına geldik ama hâlâ
söküp çıkartıp yaramızı tedavi edemedik. Bugünkü şifahî, kırsal kesim, bedevî
kültürü ile sömürgeci, emperyalist, acımasız egemen azınlıkların ve onları
kışkırtıp destekleyen dış düşmanlarımızın daha çok kazıklarını yeriz.
Ermeni görüntülü gizli Yahudiler; PAKRADUNİLER
Ermeni görüntülü gizli Yahudiler; PAKRADUNİLER,PKK
ARKASINDAKİ GÜÇLER.. "Pakraduni"ler, Anadolu'nun İslamlaşması ve
Türklere vatan yapılması üzerine, özellikle Ermenilerin rağbet gördüğü Selçuklu
ve Osmanlı döneminde, Musevilikten Ermeniliğe geçen, 191
Ermeni görüntülü gizli Yahudiler; PAKRADUNİLER,PKK
ARKASINDAKİ GÜÇLER.. "Pakraduni"ler, Anadolu'nun İslamlaşması ve
Türklere vatan yapılması üzerine, özellikle Ermenilerin rağbet gördüğü Selçuklu
ve Osmanlı döneminde, Musevilikten Ermeniliğe geçen, 1915 olayları sonrası ve
Cumhuriyet sürecinde ise Müslümanlığı seçen, ama Yahudi zihniyetini nesilden
nesile gizlice sürdüren bir topluluk olmaktadır. Fanatik Ermeni karşıtlığıyla
Türk ırkçılığını (Turancılığı) savunmak, her fırsatta İslam'a saldırarak,
sosyalist ve Kemalist bir tavır takınmak bunların alameti farikasıdır. Ama
sadece solcu değil, sağcı partilere; hatta Milli Görüş'e de sızanlar vardır.
Örneğin, "Durmuş Durduyan" iken Oğuzhan Asiltürk'e dönüşen
Pakradunilere rastlanmaktadır. Asırlarca Ermeni toplumunu yöneten Yahudi asıllı
‘Pakraduniler'in hikâyesi yeni yeni günışığına çıkmaktadır.
Selanikli Sabetaycılar, İspanyol Maranolar ve İranlı
Meşhedilerden sonra Ermeniler içinde de Yahudi orijinli bir unsurun 2 bin 700
yıldır varlığını sürdürdüğü anlaşılmaktadır. Pakraduniler (Bagratuni/Bagratids)
adı verilen ve asırlarca Ermeni toplumunu yöneten cemaatin hikâyesi M.Ö 730
yılında başlayıp günümüze kadar uzanmaktadır.
Bu iddianın sahiplerinden birisi de araştırmacı-yazar Levon Panos
Dabağyan'dır. Yahudi asıllı Pakradunilerin M.S. 1045 yılına kadar Ermenileri
"acımasızca" yönettiğini ifade ederek, iddialarına dayanak olarak
dünyaca ünlü Yahudi tarihçilerinden Prof. Dr. Abraham Galante'yi gösteriyor.
Galante, "Pakraduniler veya Bir Ermeni-Yahudi Tarikatı" adlı
kitabında, "Pakraduniler, varlıklarını Juda İmparatorluğu'nun sonlarından
(M.Ö. 7. yüzyıl), 20'nci yüzyıla dek sürdürmüş olan Ermeni-Yahudi karışımı bir
kavimdir" saptaması yapmaktadır.
Bizans'ın kendi krallıklarına son verdiği Pakraduniler,
Selçukluların hakimiyetine girdikten sonra yüzyılımıza kadar hayatiyetini
cemaat içinde devam ettiriyor.
Hikâye milattan önce 730 yılında başlıyor. O tarihte, Ermeni
Kralı Sannasar, Filistin'e yaptığı seferde İsrail Kralı Osee'yi öldürerek, 10
Yahudi kabilesini esir alıyor. Sonra onları Fırat'ın ötesine, Güney
Ermenistan'a yerleştiriyor. M.Ö. 700'lerde, bu kez Babil Kralı Nabukadnezar,
Mısır Kralı Necho ile Kudüs Kralı Yoachim'e karşı bir savaş açıyor. Söz konusu
sefere, Doğu Ermenistan Kralı Hıraçya da büyük bir ordu ile katılıyor.
Hıraçya'nın bu savaşta gösterdiği olağanüstü başarı, Nabukadnezar'ı fazlasıyla
memnun ediyor ve esir aldığı 10 bin Yahudi'nin yarısını Kral Hıraçya'ya hediye
veriyor. Bu esirler arasında İsrailoğulları'nın önemli şahsiyetlerinden Prens
Şampat (Smbat/Shampat) da bulunuyor. Şampat, kısa zamanda Hıraçya'nın
takdirlerine mazhar oluyor. Devlet hizmetine alınıp, önemli mevkilere
yükseliyor.
Esirlikten soyluluğa: Pakraduniler (Ermeni Görüntülü gizli
Yahudiler)
M.Ö. l5O'lerde soyunun Hz. Davud'a (as) dayandığını iddia
eden ve adı "Pakarad Şampa" olan bir Yahudi, zamanın Ermenistan Kralı
Vağarşak'a başvurarak, saray hizmetine girebilme talebinde bulunuyor. Dikkat
çekme ve kendini sevdirme açısından Prens Şampat'ı dahi gölgede bıraktığı
kaydedilen Pakarad Şampa, Kral Vağarşak'ın en yakın bendeleri mevkiine
erişiyor. Sonunda şaşırtıcı bir şekilde, Ermeni Kralları'na taç giydirme
imtiyazı ile 10 bin süvariye komuta etme hakkını elde ediyor. M.Ö. 90-36'larda
Ermeni krallarından Dikran II. (Büyük Dikran) İsrailoğullarına yönelik yeni bir
sefer düzenliyor.
Bu sefer sırasında esir aldığı binlerce Yahudi'yi o da
ülkesine götürüyor. Esirler arasından seçtiği "Aşod" adında bir asil
Yahudi'yi özel hizmetine alıyor. Bu olaylar sonucunda Ermenistan'a yerleşen ve
zamanla nüfusları hızla artan esir Yahudiler, sürgün yıllarının sembol ismi
Prens Şampat'ın hatırasını kendilerine rehber edinerek, teşkilâtlanıp millî
varlıklarını koruyabilme mücadelesine girişiyor. Zamanla Ermenilerin yönetimini
ele geçiren Pakraduniler M.S. 1045'e kadar Ermenistan'da saltanat sürmeyi
başarıyor.
26 yüzyıldır Yahudilikleri devam ediyor
"Kripto Yahudilik"konusunda uzman olan Türkiyeli
Yahudi Prof. Abraham Galante, "Les Pacradounis ou Une Secte Armeno-Juive/
Pakraduniler veya Bir Ermeni-Yahudi Tarikatı / Baskı: 1933, Fransızca
İst." adlı eserinde bu konuda hayli enteresan bilgiler
veriyor:"Pakraduniler varlıklarını Juda İmparatorluğu'nun sonlarından
(M.Ö. 7. yüzyıl), 20'inci yüzyıla kadar sürdürmüş olan Ermeni-Yahudi karışımı
bir kavimdir. Eğin'de, ‘Erzurum-Sivas arasında' (Malatya Balaban-Hekimhan,
Erzincan Kemaliye hattında), Marmara Denizi'nin Avrupa yakasında ve İstanbul
Hasköy'de yaşamış oldukları bilinen Pakraduniler, 26 yüzyıldır Yahudi yönlerini
sürdürmekte gösterdikleri kararlılık nedeniyle Portekizli Marano'lar, Selanikli
Dönmeler ve İranlı Meşhediler gibi Yahudi kökenli topluluklar arasında
sayılabilirler." Malatya tarafından Darende'nin Balaban kasabasına girişte
ve yol üzerindeki Havra, kilise ve cami karışımı yapı incelemeye ve irdelemeye
değerdir.
Dabağyan, Pakradunilerin kullandığı isimlerin Ermenilerden
farklı olabildiğini söyleyerek; Ermeni tarihçi Gatoğigos Ğorenazi'den şu
nakilde bulunuyor: "Simpat adını, ‘Pakraduniler' oğullarına verirler. Bu
isim İbranice'den geliyor ve aslı ‘Şampat'tır. Ermeniler arasında asırlarca pek
revaç görmüş olan ‘Pakrat, Simpat, Aşot, Kakik, İsrael, Tavit' gibi isimlerin
Ermeni menşe'li olmadığı bariz şekilde meydana çıkmaktadır."
Dabağyan, Bizanslı tarihçi Pavstos'un, 3. Asır'da bölgede
iskân edilmiş ve kısmen Hıristiyan olmuş Yahudilerin miktarını 400 bin olarak
verdiğini de kaydediyor.
Konunun uzmanı Gad Nassi: "Pakraduniler domuz eti
yemezler, oysa Ermenilerde serbesttir" diyor
Sabetaycılık, Ladino ve Kripto Yahudi cemaatleri konusunda
uzman isimlerden araştırmacı-yazar Dr. Gad Nassi, Pakradunilerin 20. yüzyılın
ilk yarısına kadar özel gelenekleriyle Sivas/Divriği ile Erzincan/Eğin (Yeni
adı Kemaliye) arasındaki bölgede varlıklarını sürdürdüklerini belirtiyor.
Nassi'ye göre cemaatin yayılımı, Arapkir, Hekimhan Kapadokya ve Kilikya/Çukurova'ya
kadar uzanıyor.
Nassi, Pakraduni soyundan gelenlerin fiziki görünüşlerinin
Ermenilerden ayrıldıklarını, kafa yapısı olarak Yahudiler gibi Dolikosefal
olduklarını kaydediyor. Bir Yahudi-Ermeni'nin evinde vefat gerçekleştiğinde,
evin içini tamamen değiştirdiklerini, evde asla su kullanmadıklarını, çünkü
ölüm meleğinin kılıcındaki kanı bu suyla temizlediğine inandıklarını
belirtiyor. 7 gün iş yapmayıp Yahudilerde olduğu gibi yas tuttuklarını da
belirtiyor. Nassi, Pakradunilerin Yahudiler gibi asla domuz eti yemediklerini,
cumartesi günü çalışma yasağına riayet ettiklerini, genelde cemaat içinden
evlendiklerini ve soyadlarının da Yahudi kökenlerini anlatacak şekilde
verildiğini ifade ediyor. Bunun da Ermeniler arasında "Yahudiliğin bir
uzantısı" olarak değerlendirildiğini söylüyor. Nassi, Pakradunilerin,
siyaset, ticaret ve finans alanında çok becerikli olduklarını kaydederken,
benzer bir grubun da geleneklerini koruyarak 19'uncu yüzyıla kadar Gürcistan'da
Gürcüler içinde hayatiyetini devam ettirdiğini ifade ediyor.
Aleviliği istismar eden Rafızî Ermeniler kimlerden oluşuyor?
Fransız Mareşali Horace Sebastiani, Türkiye Ermenileriyle
ilgili 1814 tarihli raporunda: Ermenileri normal Ermeniler ve
"Rafiziyyun/Rafiziler" olarak ikiye ayırır. Dabağyan "Osmanlı
İmparatorluğunda Şer Akımlar" kitabında bu raporu değerlendirirken,
Fransızların Türkiye'deki etnik yapıya daha 1800'lü yılların başında bile ne
kadar hâkim olduklarının anlaşıldığını ifade ederek şöyle tepki veriyor:
"Selçuklular devrinde, Alparslan'ın saflarına geçerek,
Bizans'a karşı savaşan ve sonradan İslam dinini kabul eden Ermenilerin büyük
bir kısmı, bilahare ‘Alevi Mezhebi'ne geçmiş ve öyle kalmışlardır. (Yaptıkları
isyan ve taşkınlıkları da saf Alevi Müslümanlara mal etmeye çalışmışlardır.) Demek
ki, Mareşal Horace Sebastiani, Fransa'nın Türkiye üzerinde taşıdığı gizli
emellerin tahakkuk sahasına aktarılacağı zaman, Osmanlı topraklarında yaşayan
bilumum unsurlardan istifade edebilmek için Anadolu topraklarında yaşayanları
da iyiden iyiye tetkik etmiş veya ettirmiş!" diyor.
Ermeni asıllı Türk vatandaşı yazar Torkom İstepanyan ise
Pakradunilerle ilgili şu değerlendirmede bulunuyor: "Türk-Ermeni
kardeşliğinin başlangıcı 11'inci yüzyıl ortalarına dayanır. 1064'te Pakraduni
Ermeni Krallığına Bizanslılar tarafından son verilince, Bizans zulmüne
dayanamayan Ermeniler Türklerin himayesine sığınmışlardır. Bu devre onlar için
huzurlu yıllardır. Vatanlarına sımsıkı bağlanmışlardır. Türkler tarafından
bunlardan bazılarına "Paşa"lık unvanı bile takılmıştır. Böylece ilk
Türk-Ermeni dostluğunun temeli atılmıştır. Bu kardeşliğin en güzel kanıtı da
bugün dünyanın dört bucağına serpilmiş olan Ermeni toplumunun günümüze dek
varlığını sürdüren Türkçe kökenli soyadlarıdır. Örneğin, Romanya doğumlu olduğu
halde dünya Ermenilerinin Ruhani Reisi Gatogigos Vazgen I'in soyadı
‘Balcıyan'dır." [1]
Ermeni isyanlarının arkasında Pakraduniler yatıyor!
Yazar Levon Panos Dabağyan, Ermeni meselesinin can damarını
teşkil eden "1. Zeytun İsyanı'nın" arkasında Fransa ve Vatikan'ın bulunduğunu,
isyanın düzenleyicilerinin Pakraduniler olduğunu ileri sürüyor. Dabağyan,
Zeytunluların kökeniyle ilgili olarak şöyle diyor: "Ani Beldesi'nin
Bizanslılara geçmesinden ve Bizanslıların Ermeni katliamından sonra,
Anadolu'nun muhtelif bölgelerine dağılan ‘Pakraduni Hanedanı' mensupları Haçin
ve Zeytun havalisine yerleşmişlerdi. Dolayısıyla (Fransa'nın gönderdiği Katolik
Ermeni) maceracı Leon, Ermenileri isyana teşvik için gerçekten en münasip
bölgeleri seçmiş demekti. Zira, Pakraduni Hanedanı, zaten birtakım entrikalara
müsait ve gayri Ermeni bir unsur idi" diyor.
Dabağyan 1862 ve 1895'te iki kez denenen isyanın ise
Türkiye'ye sadık Gregoryan Ermenilerin destek vermemesi üzerine akamete
uğradığını kaydediyor. Pakradunilerin de hâlâ var olduğunu belirtiyor:
"Hâlâ varlar tabii; ama sayıları ne kadardır ve hangi organizeler içinde
yer almışlardır bilemem. Sanmıyorum. Ancak, bizde birine ‘Pakraduni!' dedin mi,
bu hakaret için kullanılırdı. Çocukken birine kızdığımızda, ‘Pakradunisin ulan
sen!' derdik. Onların ırklarından gelen bir zekâları, müztehzi bir bakışları,
hesapçı, işini bilir bir yapıları vardır. Tarım ve zenaattan çok hep ticaretle,
para/finans işleriyle uğraşmışlardır."
Levon Panos Dabağyan gibi, seçkin ve seviyeli bir aydınımız
olmakla beraber, T.C. Devletine ve ülkesine gönülden bağlı, hepimizin ortak üst
kimliği olan Türk kavramına sahip ve saygılı bir Ermeni vatandaşımızın bu
gerçekleri samimiyetle açıklaması ayrı bir önem kazanmaktadır.
PAKRADUNILER HANEDANI VE ERMENİLER
"Selçuklular ve Öncesi Devirleri" (859-1045)
Tarihi kaynaklarda ve tarihi yeni kitaplarda,
"Ermeniler ve Ermenistan" konusuna temas eden bölümlere dikkatle
bakılarak olursa, şu garip durumla karşı karşıya gelinir. Şöyle ki; hayırlı
işler yapmış olan Ermeni büyükleri kötülenir ve bilhassa "Türklere ihanet
etmiş" olanlar ise, "doğrudan Ermeni gösterilir." Bu durum ise
Ermeni kavmini Türklere karşı ve düşman oldukları intibaını uyandıran bir
taktiktir!.
Gerçi böylesi icraatların gerçek çehresini açıklığa
kavuşturan, "siyaset dışı" tarihi kaynak ve eserler mevcuttur. Ancak,
ne yazık ki böylesi tarafsız eserler maalesef pek az olduğundan gözlerden uzak
kalmaktadır.
Biz, yukarıda kayda geçtiğimiz bu garabetli işe Türk-Ermeni
münasebetlerini ilelebet bozuk tutmak isteyen bir takım "gizli ellerin
karıştığı" ve tarihi tahrif yolu ile, sinsi maksatlar güttükleri inancıyla
bakmaktayız.
Meselâ; Kars-Ermeni kralı Kakik II'nin, Sultan Alp-Arslan'ın
samimiyetini istismar etmesi vakası, doğrudan; "Ermeni samimiyetsizliği,
Ermeni ihaneti" olarak birçok tarihi kaynak ve eserlerde geçmektedir. Peki
bu doğru mudur? Hemen cevaplayalım: Hayır, doğru değildir! Tam aksi;
"Tarihi bir yanlış veya tahrifattır."
Zira Kakik II'nin saltanat sürdüğü dönem olan (1042-1045)
tarihleri arası, "Doğu-Ermenistan"ın külliyen "PAKRADUNİLER
HANEDANI HAKİMİYETİ"nde olduğu tarihi kaynaklarca sabittir. Kral Kakik II
ise; tam iki asır Ermenistan'a hükümran olan ve aslen Ermeni asıllı olmayan,
Pakraduniler Hanedanının son hükümdarı idi.
Ancak buna rağmen, daha sonraları çok ağır bir hata işlemiş
olduğunu anlayarak, Sultan Alp-Arslan'dan af dilemiş ve Yüce Türk Hakanı onun
özrünü kabul ederek, kendi saflarına davet etmiş ve fakat, ardarda meydana
gelen aksilikler, Kral Kakik II'nin yüce hükümdarın yanına varabilmesini önlemiştir
ve öyle sanıyoruz ki, şayet varabilseydi, Ermeni kavmi günümüzdeki hazin
durumda olmayacaktı!.
O asırların Ermenilerine gelince, bu bahtsız kavim kendi
ülkesi içinde olduğu halde: yabancı bir kavmin boyunduruğu altında inim inim
inleyip durmuştur. Bir başka ifadeyle kendi hayatları, kendi yaşantıları
hususunda tek bir söz dahi söylemeye hakları yoktu. Yani açıkçası kendi
ülkelerinde, bir başka kavmin esareti altındaydılar.
O halde bu tarihi yanılgıyı veya bilhassa tahrif kanalı ile
gerçeklerin bilinmemesini sağlayanların, iğrenç tahrifatlarını meydana
çıkartmak ve tarihi belgelerle gerçekleri ispat etmek, Türk-Ermeni
münasebetlerinin düzeltilebilmesi açısından, bizlerin attığı ilk adım olmuştur,
diyebiliriz. Çünkü, Sultan Alp-Arslan ve Kral Kakik II vakası; Türk ve Ermeni
münasebetleri bahsinde hiç de kulak arkası edilecek bir vaka değildir. Çünkü,
günümüzdeki bağımsız Ermenistan başta olmak üzere, batı ülkelerinde emperyalist
devletlerin ücretli maşası Ermeni bozuntuları da dahil. Ermeni milleti bir bütün
olarak varlığını külliyen; "Selçuklu, Osmanlı Devletleri ve dolayısıyla
da, yüce Türk milletine medyundur." Bunun aksini iddia edenler ya cahil
veya hamaset duygularıyla körelmiş basiretsiz nankörlerdir. Çünkü, tarih hemen
her meselenin doğrusunu gösteren en değerli anahtardır. Bu anahtarı dürüst
kullanan, hakikatlerin nurlu ışığını rahatlıkla görebilir!.
"Pakraduniler'in
Ermeni soyundan gelmedikleri bahsine temas etmeden, şu noktayı bilhassa
belirtmek isterim ki; "Pakraduniler'in menşeine temas ederken, hiçbir
surette; "ırkçı bir tutum neticesi, fanatik düşüncelere saplanmış
değilim." Irki mevhumlar üzerinde durmamın yegâne sebebi; tarihi vakaları
tüm yönleriyle meydana çıkarıp, değerli okuyucularım ile tarih meraklılarına,
Ermeniler konusunda en sağlam kayıtları sunabilmektir. Kaldı ki, tarihi
mevzularda, vakaları gün ışığına kavuşturabilme uğraşında daha başka bir
sistemin var olduğu asla söylenemez. Çünkü, öyle bir sistem mevcut değildir.
Dahası tarih bir hadiseyi gün ışığına çıkartıp, aydınlığa kavuşturabilme
çalışmalarında; herhangi bir kavmin gocunabileceği düşüncesiyle hareket
edilecek olursa, ortaya kupkuru bir yazı kalabalığı çıkmış olur, böylece onca
emek verilmiş bir eser, sırf bu sebepten dolayı, hakiki özelliğini yitirmiş
olur.
Dolayısıyla "Türk, Ermeni, Yunan, Rum, Süryani ve
Musevi'ler başta olmak üzere hemen hiçbir milletin mensubu; eserimizde yer alan
vakalar içinde, kavimleriyle alâkalı menfi pasajlara rastladığı zaman asla
gocunmamalıdır. Dahası bu kitapta ana temayı temsil eden konu her şeyden evvel
yüce Türk millet ve devletinin millî menfaatleri başta olmak üzere; süper
devletler tarafından günümüzde dahi adeta bir kobay gibi kullanılan, Ermeni
milletinin istikbali mevzubahistir. Buna rağmen kitapta yer alan vakalar içinde
geçen her kavmin millî haysiyeti özellikle düşünülmüş ve doğrudan şahısların
icraatları üzerinde durulmuştur. Yer yer rastlanacak olan menfi
değerlendirmeler ise bizim yorumlarımızın dışında kalmaktadır. Zira, bizzat o
çağlarda yaşamış ve vakaları bizzat görebilmiş tarihçilere aittir ki; bu durum
karşısında hemen herkesin şapkasını çıkarması lâzımdır!. Dahası; "Rüzgâr
ekenlerin, fırtına biçmekten gayrı hiçbir çareleri olmadığını" peşinen
kabullenmek elzemdir. Çünkü, kaçınılmaz bir gerçektir!.
Hele hele FRANSIZLAR,
İNGİLİZLER, RUSLAR ve AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ, bu hususta hiç mi hiç
alınmasınlar. Zira; bir buçuk milyon Ermeni'nin Türkler tarafından kesilmiş
olduğu iddiasını; yıllar yılı çeşitli entrika ve propagandalarla Ermenilerin
kafalarına sokan ve bu uğursuz propagandayı hâlâ sürdüren bizzat kendileridir.
Dahası Ermeni-komite artıklarının meydana getirdikleri, acımasız cinayet
şebekelerini; madden ve manen besleyen ve de ülkelerinde barındıranlar yine
kendileri olmuş ve olmaktadır!.
Bu konuda son bir hususa daha temas etmek isterim ki,
gerçekten bu babda pek üzgünüm. Daha doğrusu, "Türk-Ermeni cemaati
olarak" son derece üzgünüz. Durum aynen şudur:
Yıllar yılı gizli gizli Ermeni cemaati aleyhinde bulunan ve
bilhassa bazı Bab-ı Ali gazetelerince Türk-Ermenisini de rahatsız eden yalan
yanlış beyanlarla, Türk-Ermenileri aleyhinde bir cereyan meydana getirmeye
çalışan ve bizler gibi dinen azınlık bir kavim, bu durumu günümüzde daha da
hızlandırmış ve bizleri kötüleyebilmek için her ne melânetlik var ise
sergilemektedir!.
Bu entrikacı kavmin asıl hedefi ise Türkiye'de bir tek
Ermeni'nin kalmamasına dayanmaktadır. Bunu istemesinin hem de pek derin bir
arzu ile istemesinin yegâne sebebi ise "Ermenilerin gitmesinden sonra,
ülke ticaretini külliyen ele geçirebilmesi gayesine" dayanmaktadır!.
Bunda muvaffak olabilirler mi, olamazlar mı orasını bilemem
ama yazar Ali ULUSAL Beyin şu değerli uyarısı, bu doymaz kavme, herhalde bir
nebze olsun nasihat yerine geçer diye düşünmemekte, doğrudan niyaz etmekteyim.
"Herkesin bir hesabı varsa, Allah'ın ayrı bir hesabı
vardır."
PAKRADUNILER'İN MENŞEİ VE SAHNEYE ÇIKIŞLARI
M.Ö. 730 tarihinde Kral Sannasar, Beni İsrail'e yaptığı
seferde; Beni İsrail Kralı Osee'yi öldürerek, Samarie'de taş üstünde taş
bırakmamış ve "10 Musevi kabilesi'ni esir alarak, Fırat'ın ötesine,
Güney-Ermenistan'a yerleştirmişti ve bu bir başlangıçtı.
Yine M.Ö. 700'lerde Kral Nabukadnezar; Mısır Kralı Necho ve
Kudüs Kralı Yoachim'e karşı bir sefer açmış ve bu sefere, Doğu-Ermenistan Kralı
Hıraçya da büyük bir ordu ile iştirak etmişti.
Hıraçya'nın bu savaşta gösterdiği olağanüstü dövüş gücü,
sadakat ve kahramanca saldırıları, Kral Nabukadnezar'ın pek hoşuna gitmiş ve
Kral Hıraçya'yı takdirle, esir almış olduğu 10.000 Musevi'nin yarısını ona
hediye etmişti ve bu esirlerin arasında ilerde Ermenileri külliyen
hâkimiyetleri altına alacak olan bir esrarengiz kavmin ünlü prenslerinden
Şampat da bulunuyordu. Zeki ve becerikli olan bu Prens, zamanla Kral
Hıraçya'nın sevgi ve takdirini kazanarak, "Devlet Hizmeti'ne alınarak önemli
mevkilere yükseltildi ki, bu durum bizzat bir Ermeni Kral tarafından, bilemeden
kendi milletine yaptığı bir yanlışın doğrudan kendisi idi!..
Daha sonra M.Ö. 150-128'lerde; aile menşeinin Hz. Davud
Peygambere dayandığını iddia eden ve adı PAKARAD ŞAMPA olan bir Yahudi, Ermeni
Kralı Vağarşak'a müracaat ile, saray hizmetine girebilme dileği ile bin bir dil
dökerek, kabul edilmesi için adeta yalvardı...
Bu garip ve son derece esrarengiz yabancının nasıl birisi
olduğunu ve söylediği gibi gerçekten hayli maharetli olup olmadığını merak eden
Kral Vağarşak, Kral Hıraçya'ya hizmet veren Prens Şampat'ın, kralı son derece
memnun kılmış olduğunu da dikkate alıp, bu yabancıya bir şans tanımayı uygun
bulmuştu. Zira, kendisine müracaat eden yabancı da aynı ırka yani diğerinin
ırkına mensuptu. Dolayısıyla bu esrarengiz Prens, Pakarad Şampa da böylece
hizmete alınmış oldu.
Ne var ki, bu yabancı Prens, diğer ırkdaşından daha atak ve
daha cüretkârdı. Nitekim, devlet hizmetindeki üstün başarıları o derece fayda
temin etmişti ki, Kral Vağarşak bu Yahudi Prensini kendi gözdeleri arasına
kattı ve böylece Pakarad Şampa Ermeni Krallarına taç giydirme imtiyazı ile
"10.000 Süvariye" komuta etmek hakkını elde etmişti. [2]
Bütün bu hadiselerin zuhur ettiği dönem içinde Kral
Vağarşak, yeni bir Mabet inşa ettirmiş ve Mabedin iç dizaynı çalışmalarında
duvar süslemelerinde "Güneş, Ay ve atalarının tasvirleriyle" bazı
konularla alakalı motifler işletmişti ve inşası iç tezyinatla birlikte
tamamlandıktan sonra, Mabedin açılışı göz kamaştırıcı bir muhteşemlik içinde
icra edildiğinde, Mabede gelen Kral Vağarşak, sevinç ve gururla ilerlerken,
önünde yürüyen merasim kıtası, son derece nefis bir sanat eseri olan
"altın bir kartal" taşımaktaydı ki, bu adet ananevi idi. Ermeni
krallarının önünde muhakkak altından imal edilmiş bir kartal taşınırdı.
Muhteşem bir merasimle Mabede giren Kral Vağarşak, Pakarad
Şampa'ya; "Kendisi ile birlikte tanrılarına ibadet etmesini teklif
etti."Ne var ki, Pakarad bu isteği kesinlikle reddedince, Kral Vağarşak bu
bendesini daha ziyade sevdi. Zira, karşısındaki bir kral dahi olsa, dininden
dönmeyi kabul etmemişti. Bu onun son derece dürüst olduğunu tekrar tekrar ispat
etmekteydi. Dolayısıyla O'nu affetti.
Ancak, bu durum zaman içinde bir başka boyuta dönüşünce,
karşılıklı saygının yerini sinsi bir düşmanlık almıştı. Şöyle ki, Kral
Vağarşak'ın mahdunu, Arsak I, babası ile aynı düşünceye sahip değildi ve bu
esrarengiz Yahudi'den hiç mi hiç hoşlanmıyordu. Dahası, onu gördüğü zaman,
manasını bir türlü kavrayamadığı garip bir sıkıcı his bütün benliğini
kaplamaktaydı!.
Böylesi karmaşık hisler içinde bocalayan Arsak I, mezkûr
Pakraduni'nin mahdunlarına aynı teklifi tekrarladı ve kendi inandığı tanrılara
tapınmalarını emretti. Ancak, Pakarad'ın mahdunları emri şiddetle reddettiler.
Bunun üzerine gazaba gelen Kral Arsak I, gözlerinde şimşekler çakarak,
kızgınlık içinde şunları söyledi, daha doğrusu adeta haykırdı:
- Güneş ve Ay Tanrılarına tapınmayanlar dinsizdir ve ölümü
hak etmişler demektir! diyerek her iki Musevi gencin başlarını vurdurdu. (M.Ö.
128-115)
Kral Arsak I'den
sonra ise aynı şiddeti gösteren, ünlü Ermeni Krallarından, Dikran II (Büyük
Dikran diye bilinir), İsrail'e yeni bir sefer hazırladı ve bu sefer esnasında
(M.Ö. 90-36) aynen Kral Hıraçya gibi, binlerce Musevi'yi tutsak alarak ülkesine
götürdü ki, ülkesine döndüğü zaman atının iki tarafında yürüyen Musevi
Prensleri, onun muzaffer dönüşünü müjdeleyen birer belge nişanesini temsil
etmekteydiler. Bunların içinden seçtiklerini kendi hizmetine alan Kral Dikran
II hizmetinde bulunan Aşod adındaki Musevi'ye:
- Şahsın ve soydaşların, benim milletimin inandıkları
tanrılara inanıp, tapınacaklar. Emrim derakap uygulanacak! dedi. Ne var ki,
Aşod da diğerleri gibi, dinini değiştirmeyi kabul etmedi ve kesinlikle
reddetti.
Bunun üzerine gazaba gelen Büyük Dikran; Aşod'un dilini
kestirdi ve ülkesinde bulunan bütün Musevileri, kendi adına inşa ettirmeye
başlattığı, "DİKRANAKERD" - "DİYARBAKIR SURLARI" inşaatında
çalıştırmaya karar verdi ki; mevzubahis surların ve şehrin inşasında, Kapadokya
seferinden getirmiş olduğu 300.000 esir çalıştırılmaktaydı.
Tutsak Museviler Teşkilatlanıyor
Ancak, o asırlarda belki geçerli olan ve fakat tamamen
vahşeti temsil eden bu trajik vakalar, Musevileri bir yerde aralarında
birleşmeye doğru gitmiş ve böylece teşkilâtlanmaya başlamışlardı... Hani
hakları da yok değildi. Bu diyarlara gönül azalarıyla gelmemiş, tutsak olarak
getirilmişlerdi. Dolayısıyla, yurtlarından edildikleri yetmezmiş gibi, bir de
"sadece kendilerine özgü, müstakil dinlerinden de olma tehlikesiyle karşı
karşıya kalmaktaydılar!.. Böylece her birisi, yekdiğerine tam bir içtenlikle
sarılarak; İsrail Prensi Şampad'ın hatırasını kendilerine başlıca rehber
edindiler ve Pakarad Şampad'ın liderliğinde, gizlice teşkilâtlanmaya
başladılar. Teşkilâtlandıktan sonra, kin ve intikam hırsı içinde öylesine
zekice bir plân hazırladılar ki, plânın mükemmelliği karşısında kendileri dahi
adeta şaşkına dönmüşlerdi!.
Plâna göre, kademe kademe ilerleyerek, Ermenistan Sarayını
külliyen ele geçirecek ve böylece devletin kilit noktalarına erişerek, ülkeyi
tamamen hâkimiyetleri altına alacaklardı.
Ermenilere gelince, onlar bu durumun hiç mi hiç farkında
değildi ve son derece temkinli hareket eden Musevilerin hizmetlerinden son
derece memnundular. Ancak, bu memnuniyetleri ve Musevilere karşı umursamaz bir
tavır almaları, daha sonraki yıllarda Ermenilere pek pahalıya mal olacak ve
Ermenistan'ı külliyen ele geçiren Museviler; tamamı tamamına "İki
Asır", Ermeni milletine adeta kan kusturacak ve de Ermenistan'ın sükutuna
kadar, Ermenilere; kendi vatanlarında tutsak hayatı yaşatacaklardı...
Pakraduniler'in Hakimiyete Geçiş Devri Başlıyor (M.S.
859-885)
Kral Vağarşak döneminde başlayarak, sistemli şekilde ve hiç
mi hiç sezdirmeden, tüm tasavvurların fevkinde servet edinip, ülkenin
"iktisadiyatına" tesir edebilecek seviyeye yükselen Museviler, yine
kendilerine has bir sabırla hemen her engeli bertaraf ederek, zamanla elde
ettikleri muazzam servet sayesinde "ARARAT'-TAYK VİLAYETLERİ'nin
yarısından fazlasını satın almışlardı. Mesela Durperan'da, yüksek Ermenistan'da
ve Gugark'ta gayet muazzam ve şaşaalı mülkleri bulunuyordu. Sekizinci asırda
ise, Pakraduni zürriyetinin emlâkine: "Bâyezid, Bagaran, Muş, Kulb, Kars,
Shirakavan, Ani, ispir, Ahısha, Artvin ve Ardahan şehirleri" de ilave
edilmişti. [3]
(M.S. 637 tarihinden itibaren "Arap hâkimiyetine"
giren Ermenistan, o tarihlerde tam bir kargaşalık ve anarşi içindeydi. Gerçi
hakiki Ermeni halkı henüz çoğunluktaydı ama, Ermenistan'da gerçek mânâda söz
sahibi olanlar "PAKRADUNİLER" yani, "Musevi dönmeleri" idi.
Velhasıl, Ermeni milleti çoktan hükümranlığını yitirmiş;
fukaralık ve sefalet içinde kıvranarak, kendi ülkelerinde adeta tutsak hayatı
yaşamaktaydılar. Bir başka ifadeyle de; "Doğu-Ermenistan, Ermenistan
olmaktan çoktan çıkmış; "Yahudistan" şekli almıştı!.. İşin en
enteresan ve hazin tarafı da, Ermenilerin bu durumun farkında olmayışlarıydı ve
acı gerçeği öğrendikleri zaman ise, iş işten çoktan geçmiş olacaktı...
Böylesi bir garip şerait içinde Araplarla anlaşan
Pakraduniler, Araplara ağır vergiler vermeyi kabullendiler. Zira, nasıl olsa bu
ağır vergileri kendi keselerinden ödemeyip, sahipsiz halkın sırtından elde
edeceklerdi. Yani bu ağır yükün altına giren, doğrudan doğruya
"Turan-Ermenileri" olacaktı.. Nitekim bin bir yokluk içinde kıvrım
kıvrım kıvranan bu zavallı ahaliye; "Pakraduniler ve Araplar" adeta
kan kusturacaklardı...
Vergileri toplama görevi Araplar tarafından, "Aşod
Pakraduni'ye verildi ve "Prensler Prensi" unvanı ile Ermenistan'a
vali tayin edilen Aşod Pakraduni, bu görevinde beklendiğinden ziyade başarılı
oldu ve böylece; değil vergi ödemek, yiyecek ekmeğini zor temin edebilen
Ermeniler'in, ellerinde, avuçlarında her ne var ise alındı, daha doğrusu cebren
gasp edildi...
Kaynaklar: _________________________________________
- Sorun olan Ermeniler / Suat Akgül, Ali Güler,
- Yazar Nejat Hakkul