Ankaraya Gelişi

Ankaraya Gelişi
Atatürk’ün Ankara’ya Gelişi:“Milli Temsil Meselesi”*
Mustafa Kemal Paşa’nın Ankara’ya gelmesinin ve Milli Mücadele’nin hareket merkezi olarak Ankara’nın seçilmesinin tarihi sebepleri vardır.Anadolu’da namüsait şartlarda verilen mücadele,yüzlerce yıl Türk Milleti’nin aleyhine cereyan eden olayların dışında değerlendirilemez.Başka bir ifade ile Anadolu’da Türk varlığına son vermek isteyen bir güç/anlayış/politika ile onuruyla yaşamak isteyen bir milletin mücadelesini,tarihi bir meselenin son aşaması olarak değerlendirmek yanlış olmayacaktır.Bir cihan devletinin yıkılışı ve yıkılması yönünde takip edilen politikalara bakılırsa ayakta kalmak ve yaşa mak isteyen bir milletin verdiği mücadelenin değeri daha iyi anlaşılabilir.Bu itibarla Mus tafa Kemal Paşa’nın Ankara’ya gelmesinin temelinde yatan düşüncenin milli ve bağım sız bir Türk devleti kurmak olduğu öncelikle belirtilmelidir.Kaldı ki,Avrupa ve Balkanlar dan çekilmek zorunda kalan Osmanlı Devleti’nin Ana dolu’daki varlığına da son vermek isteyen Batılı devletlerin,Mondros Mütarekesi’nden itibaren yürüttükleri politikalar esasen bir asır öncesinde başlayan ve hep netice aldıkları politikaların devamından başka bir şey değildir.Bu sebeple Osmanlı Devleti’nin yıkılış süre cinin ve bu süreçte Batılı devlet lerin Osmanlı Devleti’ne yönelik takip ettikleri politikaların kısaca değerlen dirilmesi konu nun tarihi zeminini hazırlayacaktır.
19.yüzyılın başlarından itibaren Batılı büyük devletler,Osmanlı Devleti’nin Batı karşısın da direncini tamamen kırdıktan sonra devletin parçalanmasını ve paylaşılmasını sağla mak yönünde hareket etmişlerdir.Sanayileşmiş Batılı devletlerin,iktisadi,askeri ve siyasi bakım dan iyice zayıflamış olan Osmanlı Devleti hakkında düşündükleri politikaları ger çekleştirmek için en uygun zemin Fransız İhtilâli ile kendiliğinden oluşmuştu.İhtilâlden sonra ortaya çıkan fikirlerin de etkisiyle çok kültürlü bir yapıya sahip Osmanlı toplumun da birlikte yaşama arzu sunun ciddi bir kırılmaya uğradığı görülüyordu.
İhtilal sonrası ortaya çıkan fikirlerden Osmanlı toplumunun etkilenmesinden ziyade Avrupalı devletlerin Osmanlı Devleti’ne yönelik politikalarını “tabii haklar ve özgürlükler” ekseninde yürütmeleri,çok daha önemli ve üzerinde durulması gereken bir meseledir. Batılı emperyalist devletlerin bu çerçevede yürüttükleri politikalar kısa sürede semeresini vermiş ve Osmanlı Devleti’nde yaşayan gayrimüslim unsurlar 19. yüzyılın başlarından itibaren ayaklanmaya başlamışlardır.19.yüzyıl Osmanlı Devleti’nin tarih sahnesinden çekilmesine kadar hep ayaklanmalarla geçecek ve Balkanlar devletten koparılacaktır. Mesele sadece Balkanlarda yaşayan azınlık unsurların isyanları ile sınırlı kalmamış Ana dolu’da yaşayan Ermeniler ve Rumlar da Batılı devletlerin tahrik ve teşvikleriyle isyan etmişlerdir.Gerek Balkanlarda, gerekse Anadolu’da ortaya çıkan isyanlarda Müslüman-Türk ahaliye karşı katliamlara girişildiğinin de burada belirtilmesi lazımdır.
Fransız İhtilali’nden sonra Osmanlı Devleti,bir yandan baş gösteren isyanlarla uğraşır ken,diğer yandan derlenip toparlanmaya çalışıyordu.Osmanlı Devleti’ndeki gayr-ı Müs limlerin hakları yönünde baskılar artarken Osmanlı devlet erkânı,Osmanlı vatandaşlık bağı ile birbirine bağlı bulunan insanların devleti ayakta tutacağını düşünüyordu.Os manlı kardeşliğini sağlayacak olan bir Osmanlı kimliği oluşturulacaktı.Böylece hem özellikle gayr-i Müslimlerin aidiyet bağları güçlendirilerek iç barış sağlanacak,hem de dışarıdan yapılmakta olan müdahalelerin önüne geçilecekti.Ancak Tanzimatın Osmanlı kardeşliğine dayalı milletler sistemi beklenen sonuçları vermemiş,aksine ayrılıkçı özlem leri daha da kışkırtmıştır.Osmanlı toplumu içinde yaşayan cemaatlere verilen imtiyaz ların sebep oldukları zorlukların sona erdirilmesi için girişilen teşebbüslerden de netice alınamamıştır.Yüz yıl boyunca yaşa nan dramatik olaylar artık göstermiştir ki,17.yüz yıl dan beri siyasi,idari,iktisadi,askeri ve sosyal alanlarda çözülme içerisinde bulunan Osmanlı Devleti’nin yıkılması mukadderdir. Zira Batılı büyük devletlerin politikalarının yanı sıra ilim ve teknolojide çağdaşı olduğu devletlerin seviyesini yakalayamayan Osmanlı Devleti’nde toplumun birlikteliğini sağlayacak sosyal ve kültürel bir yapı da oluşturulamamıştır.
Emperyalist devletlerin faaliyetleri ve baskıları sonunda Osmanlı Devleti,artık kağıt üze rinde her ne kadar bağımsız görünüyorsa da aslında yarı sömürge özellikleri gösteren bir devlet durumunda idi.Peş peşe girdiği savaşlarla da Avrupa’daki hakimiyetini nere deyse tamamen kaybeden Osmanlı Devleti’nin bağımsızlığı artık (20.yüzyılın başların da) ciddi olarak tehlike de idi.
1877-78 Osmanlı-Rus Harbi (93 Harbi), Osmanlı Devleti’nin ağır mağlûbiyetiyle netice lenmiştir.Türk askerinin çekildiği her yerde Rusların,Bulgarların ve Ermenilerin giriştikleri katliamlar sebebiyle son asır Türk tarihinin en büyük faciası yaşanmıştır.Balkanlardan Anadolu’ya uzanan yollar göçmen kafileleriyle dolmuştur.
93 Harbi’nden sonra Osmanlı Devleti,1911-12 yıllarında İtalya’nın Trablusgarp’ı ve On iki Adayı işgal etmesi karşısında hiçbir şey yapamamıştır.Trablusgarp Savaşı’ndan sonra yakın bir zamanda kendisinden koparılan Balkan Devletleriyle (Yunanistan,Bulgaristan, Sırbistan,Karadağ) savaşa giren Osmanlı Devleti’nin ordusu Balkan savaşların dada başarılı olamamıştır.Osmanlı Devleti Balkan savaşları ile uğraşırken bundan isti fade eden Arnavutluk da bağımsızlığını ilan etmiştir.Savaşın sonunda Osmanlı Dev leti,Midye-Enez Hattı’nın batısındaki bütün toprakları kaybettiği gibi yine büyük bir vah şet ve büyük bir göç yaşanmıştır.
Balkan Harplerinin acıları henüz sarılmadan Osmanlı Devleti,1914 yılında kendini I. Dünya Harbi’nin içinde bulmuştur.Savaş planları Osmanlı coğrafyası üzerine yapıl mıştır.1918 yılına kadar devam eden I.Dünya Harbi’nde Türk askeri Çanakkale,Sarıka mış,Yemen,Kanal, Filistin, Kut (Irak) ve Galiçya cephelerinde savaşmak zorunda kalmış tır.Türk askerinin savaş süresince kahramanca verdiği mücadelelerde elde ettiği başa rılara rağmen beşeri ve maddi kaynakları tükenen Osmanlı Devleti mütareke istemek zorunda kalmıştır.
Harbe girilmesi, büyük kayıplar bir yana, devletin sonu olmuş, bu devlet içinden yeni bir Türk devleti çıkarılmasını da iyice zorlaştırmıştır.I.Dünya Harbi’nin sonunda devlet,imza ladığı mütareke ile sadece ateş kesmiş olmuyor,fiilen ve hukuken varlığına da son veril diğini kabul etmiş oluyordu.Mesele“Şark Meselesi”3 çerçevesinde değerlendirilirse,yaşa ma hakkı elinden alınmak istenen sadece Osmanlı Devleti değil,onun uğrunda her şeyini feda etmekten çekinmemiş olan Türk milletidir.Ancak I.Dünya Harbi boyunca cephe lerdeki mücadelede Türk milleti, bu çetin mücadele boyunca var olduğunu ve var kalmak istediğini göstermiştir.I.Dünya Harbi sonunda savaş,Türk milleti için bitmeyecek, yeniden başlayacaktır.Artık bu savaş,Atatürk’ün liderliğinde Türk milletinin her bakımdan bağım sız bir devlet kurma yolunda vereceği bir savaş olacaktır.
Milli Devlet Kurma Fikri
Bütün olumsuzluklara rağmen Mustafa Kemal Paşa’da, yıkılan bir devletin içinden milli ve bağımsız bir Türk devleti çıkarmak fikri ve hissiyatı hâkimdir.20.yüzyılın başlarında mevcut durumun muhasebesini yapan Mustafa Kemal Paşa artık devletin bağımsızlığını koruyamadığını görüyor ve Türk Milleti’nin bağımsız bir devlet kurması gerektiğini düşü nüyordu.O’nun daha 1907 yılında ifade ettiği şu sözler kısa bir süre sonra olayların seyri içerisinde takip edeceği davanın amacını da ortaya koyması bakımından kayda değer dir:“Meşrutiyet,köhneleşmiş ve insicamını kaybetmiş olan Osmanlı İmparatorluğunun gövdesi üzerinde değil,aksine Türk çoğunluğunun yaşadığı kısım üzerinde,düşmanların yani büyük devletlerin yapacağı bir tasfiye yerine,kendi başına bir Türk devleti kur malı dır.Nüfusun yarısı Türk olmayan ve halbuki geniş bir saha işgal eden devletin bütün varlığı ve müdafaası Türk›ün omuzlarına yüklenmiş,Hıristiyan azınlıklar ise yalnız kendi çıkarlarını sağlamakla kalmıyor,komşu ve aynı ırktaki devletlerle birleşmek için fırsat kaçırmak istemiyorlar.Geriye kalan Türkler ve Araplar,ayrı ayrı devletlerin sömürgeleri haline getirilecek,Türk›ten başka unsurlar,düşman devletlerin tarafını tutacaklar.
Şu halde devlet gövdesinin çökmesiyle hasıl olacak enkazın altında ezilip perişan olmak mı,yoksa çoğunluğu Türk olan milli sınırlara çekilerek burasını mı savunmak daha doğru  sebepler ihdas ederek parçalamak ve Osmanlı idare sinde yaşayan çeşitli milletlerin bağımsızlıklarını temin etmek istemelerinden doğan tarihi meselelerin tümüne“Şark Meselesi” denilmektedir.
Atatürk’ün Ankara’ya Gelişi:“Milli Temsil Meselesi ve hayırlı olacak? Ben selâmeti ikinci fikrin tatbikinde görüyorum”4.Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu grup I.Dünya Harbi’n de yenilmiş,Osmanlı ordusu her tarafta zedelenmiş ve şartları ağır bir ateşkes anlaşma sı imzalamıştı.Büyük Harb’in uzun yılları boyunca,millet yorgun ve fakir bir haldedir.30 Ekim 1918 tarihinde imzalanan Mondros Mütarekesi’nin meşhur 7.maddesi ile Mütte fikler,“Güvenliklerini tehdit edecek bir durum olduğunda herhangi bir stratejik yeri işgal etme hakkını” elde etmişlerdi.Mütareke gereğince Osmanlı ordusu terhis edilmiş,silâh ve cephanelerine el konulmuş,Payitaht İstanbul da işgal altına alınmıştır.Mütarekeden he men sonra Anadolu’da işgaller başlamıştır.
Mustafa Kemal Paşa,fırtınalı denizde üç gün süren bir yolculuktan sonra19 Mayıs 1919’da puslu bir havada Samsun’da karaya ayak basmıştır.Yunan gemileri Kara deniz’de dolaşıyordu.Samsun civarı Pontus çetelerinin elinde gibiydi. Şehrin içinde 200 İngiliz askerinin varlığı yerli Rumları şımartıyordu.Samsun’un da İzmir gibi Yunanlılar tarafından işgal edilebileceği söyleniyordu. Bezgin ve ürkek bir haldeki Samsun’da,Türk halkı Pontusçu Rumlara karşı kendilerini korumaya çalışıyordu.Sadece Samsun’da yaşayan Türkler değil bütün Anadolu’ da yaşayan Türkler aynı şekilde bezgin ve ürkek durumdaydılar.
Atatürk’ün ifadesiyle “Bu durum karşısında tek bir karar vardı.O da milli hâkimiyete dayanan kayıtsız şartsız,bağımsız yeni bir Türk Devleti kurmak.”İstanbul’dan çıkmadan önce düşün düğü bu kararı Samsun’da, Anadolu topraklarına ayak basar basmaz uygu lamaya başlayan Mustafa Kemal Paşa’nın faaliyetleri,gerek İngiliz yetkilileri, gerekse İstanbul yönetimini tedirgin edecek ve mütareke hükümlerine aykırı bulunacaktır.
İstanbul yönetimi ise Mütarekenin hükümlerine uymayı, millet ve memleketin selameti ve emniyeti için elzem görüyor, işgal kuvvetleriyle iyi ilişkiler kurmasını isteyerek bunların, memlekete medeniyet,halka refah getireceklerini düşünerek hangi din ve millete mensup olurlarsa olsunlar Türk misafirperverliğine yakışır bir tarzda karşılanmalarını arzu ediyor du.
Burada ayrıca belirtmek gerekir ki,Osmanlı Devleti’nin son yüzyılında yıkılmasına yol açacak yöntemlerle Osmanlı ülkesinde yaşayan gayr-ı Müslim unsurları isyana teşvik eden, Müslüman ahaliye yapılan kıyımları,katliamları görmeyen,hatta desteklemekten geri durma yan Batılı devletlerin, mütarekeden sonra da aynı politikalarını,yerli Rumlar ve Ermeniler marifetiyle tereddütsüz devam ettirecekleri aşikârdır.
Ümitsizliğin hüküm sürdüğü o muhataralı günlerde Mustafa Kemal Paşa Samsun’a çıkmıştı.Ben 1919 senesi Mayısı içinde Samsun›a çıktığım gün elimde hiçbir kuvvet yoktu.Yalnız büyük Türk milletinin asaletinden doğan ve benim vicdanımı dolduran yüksek ve manevi bir kuvvet vardı.İşte ben bu milli kuvvete, bu Türk milletine güvenerek yola çıktım.diyen Mustafa Kemal,Milli Mücadele’nin başından itibaren birlikte mücade leye giriştiği Türk milleti hak kındaki hissiyatını her zaman dile getirecektir. Samsun’a çıkmasının üzerinden çok fazla bir zaman geçmeden 2 Haziran 1919 tarihinde Harbiye Nezareti’ne yazdığı şifrede,“istiklâl ve milli varlığı tehlikeye düşüren işgal, suikast ve zulüm gibi olayların ortaya çıkması karşısın da milletin heyecanını ve milli gösterileri engellemek ve durdurmak için kendisinde ve hiç kimsede bir güç ve kudret göremeyeceğini, ortaya çıkacak olan olaylar karşısında da sorumluluk kabul edebilecek ne bir kumandan, ne bir mülkiye memuru, ne de hükümet tasavvur edebileceğini” ifade etmesi9 bu hususta verilebilecek örneklerden sadece biridir.
Samsun’dan Amasya’ya gelen Mustafa Kemal Paşa,21/22 Haziran 1919 gecesi meşhur Amasya Tamimi’ni yayınlamıştır.Tamimde vatanın tamamının tehlikede olduğu ifade edil mek suretiyle vatanın bütünlüğü öncelikle vurgulanmıştır.
“İstiklâlin yine milletin azim ve kararıyla kurtarılacağı ifade edilerek Milli Mücadele’nin İrâde-i Milliye ve Hâkimiyet-i Milliye esasına dayanacağı belirtilmiş oluyordu.Amasya Tamimi’nde milli bir Türk devletinin kurulması yönünde esaslar belirlendikten sonra Milli Mücadele’nin, Erzurum ve Sivas Kongreleriyle hukuki ve meşru bir zeminde yürütülmesi yönünde önemli bir adım atılmıştır.
Sivas’a geçmeden Doğu Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin toplayacağı Erzurum Kong resi’ne katılan Mustafa Kemal Paşa, kongrenin açılışında yaptığı konuşmasında,“İstiklal uğ runda namus ve şehametiyle dövüşen milletimiz,30 Ekim 1918’de imzalanan mütarekena me ile silahını bıraktı.”derken I.Dünya Savaşı’ndaki mücadelenin “İstiklal uğrunda” yapıldığı nı açıkça belirtmektedirki bu tespit, İstiklal Harbi’nin ne zaman başladığı hususuna açıklık getirdiği gibi bu tarihten sonra sürdürülecek olan mücadelenin de amacını ortaya koyması bakımından önemlidir.
Aynı konuşmasında Mustafa Kemal, Payitaht’ın İtilaf Devletlerince işgal edildiğini, gün geç tikçe artan bir şiddetle milli gururun tecavüze uğradığını,Osmanlı tebaasından olan Rum ve Ermeni unsurların, gördükleri teşvik ve yardımlarla milli namusu yaralayacak taşkınlıklara başlayarak küstahça kanlı tecavüzlere koyulduklarını ve merkezi hükümetin acziyetinden dolayı cüretlerinin arttığını belirttikten sonra “..reva görülen bu haksızlıklardan müteessir olan milli vicdanın uyanarak Müdâfaa-i Hukuk-ı Milliye, Muhâfaza-i Hukuk-ı Milliye,Müdâfaa-i Vatan ve Redd-i İlhak gibi adlarla aynı mukaddesatın temini için tebarüz eden milli akımın bütün vatana yayıldığını ve bu celâdet ruhun mübarek vatan ve milletin mukaddesatını kurt aracağını ve son sözü söyleyeceğini” ifade etmiştir.Bu konuşmasında Mustafa Kemal Paşa’ nın,Payitaht’ta milli iradenin bulunmadığı kanaati hakim olduğundan İtilâf Devletlerince can sız bir vatan ve kansız bir millet neye layık ise onun uygulanmaya başlandığını söylemesi, artık İstanbul yönetimi ile açıkça meşruiyet mücadelesine başlandığını göstermesi bakımın dan kayda değerdir.
Kongrede alınan kararlarda milli sınırlar içinde bir bütün olan vatanın her türlü yabancı işgal ve müdahalesine karşı milletin birlikte müdafaa ve mukavemet edeceği ifade ediliyor,“Hıristiyan unsurlara siyasi hakimiyetimizi ve sosyal dengemizi bozucu imtiyazlar verilemez”,“Manda ve himaye kabul olunamaz” hükümleriyle de milli bilinç ve milli bağım sızlık konusundaki kararlılık ortaya konulmuş oluyordu.
Milli Meclis’in Toplanması Meselesi
21-22 Haziran 1919 tarihinde yayınlanan Amasya Tamimi’nde vatanın bütünlüğü ve milletin istiklâlinin tehlikede olduğu; İstanbul Hükümeti’nin üzerine aldığı sorumluluğun gereğini yeri ne getiremediği belirtilerek milletin içinde bulunduğu durum ve şartlara göre harekete geçmek ve haklarını yüksek sesle cihana duyurmak için her türlü tesir ve dene timden uzak milli bir heyetin varlığının zaruri olduğu ifade ediliyordu.Bu ifadeden açıkça anlaşılmaktadır ki, vatanın bütünlüğü ve milletin istiklâlinin tehlikede olduğu böyle bir dönemde İstanbul Hükümeti,üzerine aldığı sorumluluğun gereğini yerine getirememek tedir.
Bu durumda her türlü tesir ve denetimden uzak milli bir heyetin mevcudiyeti şarttır. Burada “Milli Heyet” tabiriyle kastedilen Meclis-i Mebusan’ın deruhte etmesi gereken işleri yerine getirecek bir heyettir.
Bu heyetin teşekkülü için de Anadolu’nun her bakımdan en güvenilir yeri olan Sivas’ta acele olarak bir kongrenin toplanması kararlaştırılmıştır.Bu kararların gerçekleşmesi için Kuvâ-yı Milliye nin âmil ve İrade-i Milliye’nin hâkim kılınması esasından hareketle milli bir meclisin derhal toplanması kararlaştırılıyordu.Ayrıca “Vatanın ve istiklâlin muhafaza ve teminine Merkezi Hükümet muktedir olmadığı takdirde maksadın temini için geçici bir hükümet teşekkül edecektir.Bu hükümet heyeti, Milli Kongre’ce seçilecektir.
Kongre toplanmış değilse bu seçimi Heyet-i Temsiliye yapacaktır.” kararı ile Heyet-i Temsili ye kurulmuş ve Mustafa Kemal Paşa da heyetin başkanlığına getirilmiştir. Böylece Amasya Tamimi’nde ifade edilen milli bir heyet kurulduktan sonra “Milli Meclis’in derhal toplanması na ve icraatının meclisin denetimine konulmasına çalışılacaktır:” kararı ile de Milli Meclis’in toplanması yönünde bir adım atılmıştır.
Mustafa Kemal Paşa Erzurum’dan sonra Sivas’ta toplanması kararlaştırılan kongreye katılmıştır.4 Eylül 1919 günü açılan kongrede bir dizi kararlar alınmış ve sona erdiği gün yayınlanan beyannamede milli meclisin hiç vakit kaybetmeden toplanmasının gerekliliği tekrar edilmiştir.Artık Mustafa Kemal Paşa Milli Mücadele hareketinin lideri olarak mille tin ve memleketin istiklalinin sağlanması için milli meclisin açılması kararının gerçek leşmesine çalışacak tır.
Erzurum ve Sivas Kongrelerinde milli meclisin derhal toplanması gerektiği ifade edilmiş se de nerede toplanması gerektiği üzerinde bir görüş serdedilmemiştir.Öncelikle İstan bul’da bulunan Meclis-i Mebusan’ın milli meclis olarak telakki edildiğini görmekteyiz. Ancak İstanbul’un işgal altında bulunması sebebiyle meclisin milli kararlar almasına ve bağımsız olarak yasama görevini de yerine getirmesine imkân olmadığı aşikârdır.Bunun la birlikte İstanbul’da bulunan meclisin reddedilmesi gibi bir yol da takip edilmemiştir.
Meclis-i Mebusan’ın nerede toplanacağı hususu tartışılırken Mustafa Kemal Paşa tarafın dan 1 Kasım 1919 tarihinde İstanbul teşkilâtına gönderilen yazıda “Meclis-i Mebusan var iken ayrıca bir kuvve-i milliyenin faaliyette bulunmasının memleket için zararlı olacağı” ifade edilmiştir.Devamında İstanbul’da toplanan mecliste mebusların memleket aleyhin deki bir kararı tasdik etmeleri halinde taşradaki Kuvâ-yı Milliye’nin bunu tanımayacağı ve bu suretle milletin kendi vekillerine karşı isyan etmiş gibi garip ve mantıksız bir durum ortaya çıkacağı,vatanın kurtuluşunun ancak meşru bir tarzda olacağı ifade edilmiştir.
Öncelikle meclisin İstanbul dışında bir yerde toplanmasına çalışılacaktır.Bu başarılamaz ise işgal altında da olsa Meclis-i Mebusan’ı toplamak suretiyle milli kararların alınma sının sağlanabileceği düşünülmüştür.Açılacak olan mecliste Milli Hareket’e destek ola cak bir grubun bulunmasına son derece önem veren Mustafa Kemal Paşa,yeterli çoğun luk sağlanabilir ise bu meclis Osmanlı Meclisi görünüşünden çıkacak ve Milli Hareket’in, Anadolu’nun meclisi olacaktı. Bu suretle Mustafa Kemal Paşa Meclis’e Ankara’nın hakim olacağını ve istediği kararları aldırabileceğini ümit ediyordu.Kendisi meclise katılmak istememekle beraber aynı meclise başkan olmayı da arzu etmekte idi.
Ancak her şeyden önce Kuvâ-yı Milliye’ye taraftar olan bir kabinenin işbaşına gelmesi gerekiyordu.Bu sebeple Mustafa Kemal Paşa Heyet-i Temsiliye adına İstanbul yöne timiyle irtibatı kurmaya çalışmıştır.
Anadolu’da önemli kararların alındığı kongreler gerçekleşirken İstanbul’da Ferit Paşa Hükümeti düşmüş ve Ali Rıza Paşa yeni kabineyi kurmakla görevlendirilmişti. Mustafa Kemal Paşa 2/3 Ekim 1919 tarihinde bir tamim yayınlamıştır. Milli Meclis toplanıncaya kadar merkezi hükümetin bir anlamda Kuvâ-yı Milliye’ye bağlı olarak çalışmasının isten diği tamim şöyledir:
1-Yeni kabine,Erzurum ve Sivas Kongrelerinde tayin ve tespit edilen teşkilât ve milletin amaçlarına riayetkar olduğu takdirde,Kuvâ-yı Milliye ona yardımcı olacaktır.
2- Yeni kabine,Milli Meclis’in toplanmasıyla fiili denetim başlayıncaya kadar milletin mukadderatı hakkında bir şekilde taahhüde girmeyecektir.
3- Sulh Konferansı’na tayin olunacak delegeler,milletin emellerini idrak etmiş ve itima dını kazanmış “ehl-i vukuf ve iktidardan” seçilecektir.
Bu tamimden birkaç gün sonra Mustafa Kemal Paşa,5 Ekim 1919 tarihli telgrafla Ali Rıza Paşa’ya,Meclis-i Mebusan’ın dağıtılmasından başlayarak dört ay içinde toplan masının Kanun-ı Esasi (Anayasa) hükümlerinden iken bu güne kadar seçmen kütük lerinin dahi düzenlenmediğini hatırlatmıştır.Bu telgraftaki ifadelerden Mustafa Kemal Paşa’nın Meclis-i Mebusan’ın bir an evvel toplanmasını ve alınacak neticeye göre hareket etmek istediği anlaşılmaktadır.
Ekim ayı içinde süren karşılıklı görüşmeler sonunda Heyet-i Temsiliye ile İstanbul Hükümeti temsilcilerinin bir araya gelmesi kararlaştırılmıştır.Heyet-i Temsiliye delegeleri Mustafa Kemal Paşa,Rauf Bey, Bekir Sami Bey,Sivas’tan hareketle 18 Ekim 1919’da Amasya’ya gelmişler ve 20-22 Ekim tarihlerinde Salih Paşa ile görüşmüşlerdir. Amasya Mülakatı olarak tarihe geçen bu görüşmelerde milli meclisin nerede toplanacağı mese lesi de görüşülmüş tür.
Görüşmede Heyet-i Temsiliye’nin,Meclis-i Mebusan’ın İstanbul’da toplanmasının doğru olmayacağı, mebusların görevlerini hakkı ile yerine getiremeyecekleri görüşünde olduğu uzun uzadıya ifade edilmiş ve barışın sağlanmasına kadar geçici olarak Meclis-i Mebu sun’ın Anadolu’da ve İstanbul Hükümeti’nin uygun göreceği emin bir yerde toplanma sının uygun olacağı söylenmiştir.
Salih Paşa bu görüşleri kabul ve tasdik etmişse de kabine adına söz veremeyeceğini bildirmiştir.Salih Paşa kabinede bulunanların bu fikri kabul etmeleri için çalışacağını vaat etmiş se de Kabine, meclisin İstanbul’da toplanmasında ısrar etmiştir.Bu düşünceye İstanbul’da milli hareket taraftarı olanlardan da destek verenler vardı.Onlara göre meclis İstanbul’da toplanmalı ve Kuvâ-yı Milliyeciler yalnız istila ve taksim tehlikesine karşı hazır olduklarını hissettirmeli ve hükümet işlerine karışmamalı idi. Kabinede yer alan bazı nazırlar (Harbiye Nazırı Cemal Paşa gibi) meclisin İstanbul’da toplanma işini hükü met merkezinin başka bir yere nakli gibi kabul ediyor,bu yüzden bazı iç olayların çıka bileceğini ve neticede ülkenin tehlikeye düşebileceğini düşünüyorlardı.
Bu bilgilerden de anlaşılacağı gibi Amasya görüşmelerinde Milli Meclis’in nerede toplana cağı konusunda bir karara varılamamış,Salih Paşa İstanbul’a döndükten sonra da bu konu da tartışmalar devam etmiştir.
Bu konudaki görüşmeler ve tartışmalar yalnız İstanbul Hükümeti ile yapılmakla kalma mış ve Atatürk,bütün memleketin ve özellikle İstanbul’daki  ve tasdik ettiğini;ancak bu nun şahsi görüşü olduğunu;kabine adına şimdiden söz veremeyeceğini;kabine üyelerini bu görüşe inandırmak için elinden geleni yapacağına söz verdiğini,başaramadığı tak dirde kabineden çekileceğini söylediğini ve bu konuda başarı sağlayamadığını belirt mektedir,teşkilatın görüşlerini almayı uygun bulmuştur.İstanbul teşkilâtından 20 Ekim 1919 tarihiyle gelen cevapta mebusların İstanbul’da toplanmasında bir sakınca ve tehli ke olmadığı,İtilaf Devletlerinin herhangi bir davranışının medeniyet dünyasına karşı kötü etki yapacağı,fakat Meclis-i Mebusan’ın mevcut yetkilerini genişletmeye teşebbüsü halin de Padişahın meclisi feshedebileceği belirtiliyor,İtilaf Devletlerinin bundan istifade ile Mustafa Kemal Paşa’ya ve bazı kişilere karşı saldırı ihtimali olduğundan barışın imza lanmasına kadar İstanbul’a gelmemeleri ve mebus olmamaları tavsiye ediliyordu.
30 Ekim 1919 tarihinde İstanbul’da Çanakkale Müstahkem Mevki Kumandanı Miralay Şevket Bey’den aldığı Vasıf Bey imzalı telgrafta da Meclis-i Mebusan’ın mutlaka İstan bul’da toplanmasının siyasi mecburiyet ve memleketin mukadderatı için zaruri olduğu ifade edilmiş ti.Bunun üzerine Mustafa Kemal Paşa 1 Kasım 1919 tarihinde Şevket Bey’e çektiği şifrede özetle şunları ifade etmiştir:Mebusların İstanbul’da toplanmaları tamamen tehlikeli ve mahzurludur.
Çünkü milletin ve memleketin mukadderatı hakkında söz söyleyecek mebusların emni yetli bir yerde toplanmaları şarttır.Hâlbuki ahalisine alelade bir miting yapmaya bile müsaade olunmayan,camilerinde halinden şikayete mecbur olan bir şehirde özellikle İngilizlerin her türlü tesiri altında olan İstanbul’da hür bir Meclis-i Mebusan’ın toplanması imkânsız görülmektedir.
İtilâf Devletleri milletimizi insan yerine koymamakta, mütarekeden beri çeşitli haksızlık larla Türk’e karşı verilen sözlerin tutulmamasını bir namussuzluk olarak görmemektedir ler.Buna karşılık meclisi İstanbul’da toplamakla millet,Hilâfet ve Saltanat’ın tehlike altın da olduğunu,oradaki işgali asla kabul etmediğini ve tanımadığını bütün dünya kamu o yuna ve İslam alemine fiilen göstermiş ve protesto etmiş olacaktır.
Aynı telgrafta Mustafa Kemal Paşa,bu konudaki görüş ve endişelerini Harbiye Nazırı Cemal Paşa ile yazışmalarını özetleyerek şöyle sıralamaktadır:
1- Düşman işgali altında, polis ve jandarmasının müdahale ve tahakkümü içinde,basını düşman kontrolünde,kabine erkânına varıncaya kadar herkesin düşmanın teftiş, denetim ve engeli karşısında bulunan Payitaht tam manasıyla kuşatılmış bir haldedir.
2- Birkaç kişinin şahıslarına yönelik yabancı saldırısı,aynı ruh ve kanaatte bulunan diğer mebuslara da yönelebileceği muhakkaktır.Hatta bütün meclisin aynı akıbete uğramaya cağına dair bizi temin edecek elimizde hiçbir şey yoktur.İyi niyet tehlikenin bertaraf edil mesine kafi gelmez.
3- Geleceği şüpheli olan İstanbul, geleceği malum ve güvenilir bir yerden kurtarılabilir.
4- İstanbul’un Payitaht olması itibariyle milleti temsil eden heyetin taşrada toplanması ayrılık anlamına gelmez.
5- Siyasi fırkalardan bir kısmını İstanbul dışını istememeleri Kuvâ-yı Milliye’nin tesirinde kalmak endişesinden ibarettir.Halbuki asıl milletin temsilcileri olarak büyük bir kısım mebusan da yabancı tesirinde kalmamak için taşrayı istemektedirler.
6- Bugün vatan ve millete yapılacak en son ve en büyük iyilik memleketi kurtarmağa azmetmiş şahısların güvenilir bir yerde toplanacak olan meclise girmelerine çalışmaktır.
7- Heyet-Temsiliye Milli Meclis’in üstünde bir kuvvet tanımamaktadır.19 Kasım 1919 tarihin de Kara Vasıf Bey,Mustafa Kemal Paşa’ya çektiği telgrafta Mebusların İstanbul ’da toplanmalarında hiçbir tehlike olmadığını bildirmiş ve“Kuvâ-yı Milliye ile hem-fikir olan meclis,Padişah’a karşı ilân-ı husumet ederse Anadolu kimin arkasından gider? Kuvâ-yı Milliye’ye mi tâbi olsun? Meclisi Anadolu’da toplamak fikrinden feragat fariza-i vataniyedir.” demişti.Bu konuda Mustafa Kemal Paşa “Demek oluyor ki,bizim İstanbul’da saydığımız mahzurlara,tehlikelere karşı Anadolu’da toplanmayı zaruri gördüğümüz bu meselede,Anadolu’da meclisin Padişah’a ilan-ı husumet edeceğini zannediyorlardı.” demek suretiyle tepki gösteriyordu.
Kumandanlar Müzakeresi
İstanbul Hükümeti ile bir türlü karara varılamadığından Mustafa Kemal Paşa,Kolordu Kumandanlarıyla Sivas’ta bir toplantı yaparak Meclis-i Mebusan’ın İstanbul’da mı,yoksa Anadolu’da mı toplanması meselesini görüşmek istemiştir.16 Kasım 1919 günü Sivas’ta başlayan ve Kasım ayı sonuna kadar süren toplantıya Kâzım Karabekir ve Ali Fuat Paşalar,Konya’dan Kolordu Erkân-ı Harp Reisi Şemsettin Bey ve Sivas’taki Kolordu Kumandanı Albay Selahattin Bey katılmışlardır.Mustafa Kemal,düşman işgalinde bulu nan bir yerde serbestçe toplanmanın mümkün olamayacağını ve meclisin bir tehlikeye uğrayacağını belirttik ten sonra Fransızların Alman seferinde Bordeaux’da ve Almanların Weimar’da toplandıkları gibi geçici olarak barışın akdine kadar meclisin Anadolu’da hükümetin uygun göreceği emin bir yerde toplanmasının uygun olacağı defalarca bildirilmiş olmasına rağmen Kabine’nin İstanbul’da ısrar ettiğini ifade etmiştir.Ali Fuat Paşa da artık İstanbul’un merkezi hükümet olarak kabul edilemeyeceğini idari ve askeri bakımdan bunun mahzurlarını belirttikten sonra özellikle demir yolu güzergâhı olması itibariyle merkezi hükümetin Seyitgazi veya Eskişehir olmasını teklif etmiştir.Kazım Karabekir Paşa ise batıya doğru hareketin bu derece hızlı yapılmasının tehlikeli olacağı düşüncesinde idi.Kumandanların Sivas’ta toplanmalarından önce kendisinden Heyet-i Temsiliye’nin Sivas’tan nakli konusunda görüşleri sorulan Kazım Karabekir Paşa,3 Ekim 1919 tarihli telgrafında Heyet-i Temsiliye’nin değil Ankara,hatta Sivas’ın batısına bile geçmemesi fikrinde olduğunu bildirmişti.
Gerekçesi ise bu heyetin uzaklaşmasının doğu illerinin teşkilatsız kalmasına yol açacağı olmuştur.Bu görüşü tutarsız bulan Mustafa Kemal Paşa, Heyet-i Temsiliye’nin yalnızca doğu illerini temsil etmediğini, bütün memleketin milli güçlerini temsil ettiğini ve Anka ra’ya taşınmasının doğu illerinde teşkilatsızlık doğuracak sebep olmadığını ifade etmiş tir.28 Kasım 1919 günü yapılan toplantıda da meclisin Anadolu’da toplanmasına karşı çıkan Kazım Karabekir Paşa,İstanbul ile bozuşabileceklerini,Damat Ferit Hükümeti’nin tekrar gelebileceğini ve halkın ayaklanabileceğini söylüyor;Padişah’ı ve İngilizleri huy landırmaktan çekiniyordu.Neticede Sivas’ta gerçekleşen bu toplantıda Kazım Karabekir Paşa da Heyet-i Temsiliye’nin doğu vilayetlerinden ziyade batı vilayetlerine yakın olma sı lazım geldiği fikrine katılmıştır.
Anlaşılacağı gibi kumandanların fikri de Meclisin İstanbul’da toplanması şeklinde belir miş ve bu toplantı sonunda katılanların da imzasıyla alınan kararda:“Meclisin İstanbul’da toplanması mahzurludur.Fakat mademki,hükümet İstanbul dışında toplanmayı kabul etmiyor,memleketi buhrana sevk etmemek için zaruri olarak İstanbul’da toplanması kabul edilmiştir.” denilmiştir.
Ayrıca “İstanbul’da meclis toplandıktan sonra mebusların emniyet içinde serbestçe vazi felerini ifa edecekleri güne kadar Heyet-i Temsiliye vazifesine devam edeceği” kararı alınmıştır.Bu kararda mebus olarak İstanbul’a gideceklerin bir kısmı ile Eskişehir civa rında toplanarak Meclis-i Mebus an’da nasıl hareket edeceklerinin müzakere edilmesi de yer almaktadır ki bu karar,Heyet-i Temsiliye’nin İstanbul’da toplanacak olan mecliste etkin olmak istemesi bakımından önemlidir.
Mustafa Kemal Paşa,meclisin İstanbul dışında bir yerde toplanması konusundaki çekin celerini daha sonra da dile getirecek ve meselenin hassasiyetinin anlaşılmamasından şöyle şikayet edecektir:“üç kişi için teminat veremeyen bir hükümet yüzlerce mebusu nasıl,her ne surette olursa olsun taarruzdan koruyacak? Meclisin varlığını koruması, mebusların yasama görevlerini tamamen hür,serbest ve daimi bir emniyet içinde yapa bilmeleri İtilaf Devletlerinin keyfine tabi.Böyle emniyet olur mu? Pek bariz olan bu tehli keyi bir türlü İstanbul’a anlatamadık gitti.”Mustafa Kemal Paşa,bu konuda İstanbul Hükü meti’nin tavrını eleştirirken İstanbul’daki teşkilata da aynı çekinceleri ifade ile şöyle sitem ediyordu: “meclisin İstanbul’ da toplanması çok fena olacak.
Tekrar ederim ki,meclis İstanbul’da devam edemeyecek,mebuslar yasama görevlerini yapamayacak ve görüşlerini tam bir emniyet altında serbestçe söyleyemeyecekler.
Kaç defadır tekrar ettim ve yine ederim ki,meclisin İstanbul’da akibeti vahimdir.Fakat bunu İstanbul hükümetine,hatta bizim teşkilata bile anlatamadık.”Bununla birlikte İstan bul’da toplanacak olan meclisin akıbetini sezen Mustafa Kemal bu konudaki kararlılığını “Amma Ankara’ya gitmek zamanı yaklaşıyor.Hazırlanmak için lazım gelenlere emir ver dim.”sözleriyle ifade edecektir.
Anlaşılacağı gibi Milli Meclis’in İstanbul dışında toplanması konusunda arzu edilen sonuç alınamamıştır.Dolayısıyla Meclis-i Mebusan marifetiyle işgale karşı meşru bir zeminde mücadele etmek düşüncesi akim kalmış gözükmektedir.
Bu durumda İstanbul’da toplanmasına karar verilen meclisin açılmasına göre hareket edilmesi gerekiyordu.Bununla birlikte meclisin toplanması sürecinde gelişmelere kayıtsız kalınmayacak,İstanbul’da açılacak olan meclise katılacak olan mebusların ülkenin kutru luşu konusunda mebusların birlikte hareket etmeleri için gayret edilecektir.
Her şeye rağmen meclisin İstanbul’da açılmasına başından beri karşı çıkan Mustafa Kemal Paşa,İtilaf Devletlerinin meclisi kapatmak için ne lazımsa yapacaklarını veya meclisin Padişah tarafından dağıtılacağını düşünüyor,bu durumda meclisi Anadolu’da toplayacaklarını söylüyordu.İstanbul’da meclisin açılmasına kadar Sivas’ta beklenerek hareketin yürütülmesi de doğru olmayacağından Heyet-i Temsiliye’nin Ankara’ya taşın ması gerekli görülmüştür.
Heyet-i Temsiliye’nin Ankara’ya nakli konusundaki kararın öncelikle askeri mülâha zalarla alındığı anlaşılmaktadır.Esasen Mustafa Kemal Paşa daha İstanbul’dan ayrıl madan önce Ali Fuat Paşa ile Ankara’nın Milli Mücadele’nin yürütülebileceği en uygun merkez olduğuna karar vermişlerdi.20.Kolordu Komutanlığı’na atanan Ali Fuat Paşa’nın Kolordusunu Konya’ dan Ankara’ya intikal ettirmesi de askeri hareketler açısından mümkün ve gerekli görül müştü.
Çünkü askerin sevk ve idaresi yönünden ve stratejik bakımdan en uygun yer olarak Ankara gözüküyordu.Mustafa Kemal Paşa bu konuda Heyet-i Temsiliye’de yapılan görüşmede şunları söylemiştir:
“Usul ve kaide şudur ki, genel durumu sevk ve idare sorumluluğunu yerine getirenler, en önemli hedefe ve en yakın tehlikeye, mümkün olduğu kadar yakın bulunur.Yeter ki bu yakınlık genel durumu görmekten uzaklaştırmasın.Ankara bu şartları toplayan bir nokta idi.Cephelerle uğraşacağız diye Balıkesir’e Nazilli’ye veya Karahisar’a gitmiyorduk. Fakat cephelere ve İstanbul’a tren ile bağlı ve genel durumu idare açısından Sivas’tan asla farkı olmayan Ankara’ya gidecektik.”
Bu kararın üzerinden fazla bir zaman geçmeden evvela Ankara ve Eskişehir demiryolu hattının işletilmesine İtilaf Devletleri izin vermemişler,sonra Fransızlar da Bandırma-Soma demiryolu hattının denetimi bahanesiyle Bandırma’ya asker çıkarmışlardır.Bunun üzerine Mustafa Kemal Paşa Hüsrev Sami Bey ve Mazhar Müfit Bey’le yaptığı görüş mede “bizim Ankara’ya gideceğimizi Düvel-i İtilafiye haber aldı da bunun için mi Ankara-Eskişehir demir yolu hattını işletmiyor?” sorusunu sorduktan sonra “İcap ederse cebren işletiriz,buna mecburuz.” demiştir.Bu ifadelerden de anlaşılmaktadır ki,milli hareketin merkezi seçilirken özellikle demiryolu ulaşımının sağlanabileceği bir yer olması zaruri görülmektedir.
Eskişehir Mebusu Emin (Sazak) ve Ankara eşrafından Naşit Efendi ile arkadaşları bekliyorlardı. 20.Kolordu Kumandanı Ali Fuat Paşa ve Vali Vekili Yahya Galip Bey Göl başı’nda idiler.Toplanan ahali arasında bir dalgalanma oldu.Otomobil yaklaşınca heye can son haddine varmıştı.Davullar çok daha coşkuyla vuruyor.
Mustafa Kemal Paşa Kızıl yokuş’a geldikleri zaman seymenlerin önünde duran otomo bilden indi ve onlara doğru ağır ağır yürüdü. Hepsi bir anda esas duruşa geçtiler.Her soluk tek can olmuştu.Bütün gözler,onun gözlerinde düğümlüydü.
Vakur ve sert bir sesle:
- Merhaba efendiler! dedi.
- Sağol Paşa Hazretleri...
- Arkadaşlar! Buraya neden geldiniz?
- Millet yolunda can vermeye geldik!
- Fikrinizde sabit misiniz?
- And olsun.
- Var olunuz.
Heyet Ankara’nın içine girdiğinde Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nin bulunduğu yerde toplanan Ankara ulemasının yanına gelince Rifat Efendi’nin:-“Hoş geldiniz, safa geldiniz. Kademler getirdiniz. Memleketimizi aydınlattınız.
Canla başla sizinle beraberiz!..” sözlerine teşekkür ettikten sonra Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları tekrar otomobile binerek istasyona doğru ilerlemişlerdir. Mustafa Kemal gelirken istasyonda bulunan İngiliz kumandanı Mister Vitol yağız bir atın üstüne binmiş duruyor;Forbus adlı bir İngiliz de mütemadiyen fotoğraf çekiyordu. Mustafa Kemal Paşa istasyondan ayrıldıktan sonra tekrar otomobiline binerek, şehre doğru ilerlediler.Birinci Millet Meclisi olacak olan binada Fransız bayrağı çekilmişti.Millet bahçesindeki baraka larda bulunan Fransız askerleri de yüksek duvarın üstünden bu galeyanlı manzarayı seyrediyorlardı.Otomobil,Karaoğlan’a doğru ilerlemiş ve buradan Hacı bayram Camii’ne gelmiştir.Hacı Bayram Veli (Hz.)’nin türbesi ziyaret edildikten sonra Hükümet binasına gidilmiş,daha sonra ikametlerine tahsis edilen Ziraat Mektebi’ne doğru yola çıkmışlar dır.
Ankara’da haftalık yayınlanan Ankara Gazetesi 29 Aralık 1919 tarihinde Mustafa Kemal Paşa’nın Ankara’da karşılanmasındaki coşkuyu özetle şöyle dile getirmektedir:Üç gün önceden başlayan hazırlıklar ve tezahürat havanın adeta baharı andıran letafetiyle öyle bir şekil almıştı ki,şehrin her yerinde bir düğün veya milli bir bayram havası görülüyordu. Kadın, erkek bütün halk sokaklara dökülmüş,neşeli bir bekleyiş içinde akın akın heyetin geleceği yöne koşuyordu.
Merkez sancağa tabi kazalardan gelenlerle mahalli eşraf, mülki idareciler ve memurlar, subaylar,ulema Beynam köyüne kadar karşılamaya çıkmışlardır.Bütün mektepler ve mevcut talebeler,esnaf heyetleri,milli kıyafetleri ve milli oyunları ile Ankara delikanlıları (seymenler) ve bütün halk hasretle ve samimiyetle heyeti karşılamışlardır.
Ankara’nın tarihinde hiçbir olay, hiçbir hareket bugünkü tezahürat kadar esas ruhundan, milletin ruhundan doğmamıştır.Bu samimi coşku,müdafaa-i hukuk-ı milliyenin tecellisin deki azim ve hedefindeki kudsiyettendir.Kesinlikle anlıyoruz ki, bu millet, artık insanca, bugün insanlık adına kabul edilen her türlü hukuka sahip olarak yaşamak istemektedir. Milli teşkilat,milletin öz yüreğinden taşan en asil, en nezih duygular ile beslenerek büyü müş,vatanın ve Türklüğün kurtuluşunu gerçekleştirmeye azmetmiştir.
28 Aralık 1919 tarihinde Ankara Valiliği,Ankara Mutasarrıflık Vekâleti’nden aldığı telgrafa binaen Mustafa Kemal Paşa’nın Ankara’ya gelişini Dâhiliye Nezareti’ne bildirmiştir. Valili ğin çok özet olarak kaleme alınmış olan bu yazısında yer alan “binlerce süvari kuvâ-yı milliye efradı ile yüz binlerce ahalinin..” karşılamaya geldikleri, karşılayanların önemli bir kısmının silahlı olduğu ifadeleri biraz abartılı olmakla birlikte 27 Aralık’ta Ankara’daki coş kuyu anlatması bakımından kayda değerdir.Ortada milli bir ordunun olmadığı bir tarihte Mustafa Kemal Paşa’nın,büyük bir coşkuyla karşılanması Milli Mücadele’nin yürütülme si hususunda Ankara’nın bütün imkân ve gücüyle desteği anlamını taşıyordu.
Mebuslarla Görüşme
Mustafa Kemal Paşa Ankara’ya gitmek üzere hareket etmeden bir gün önce 17 Aralık 1919 tarihinde bir tamim ile Meclis-i Mebusan’a katılacak olan mebusların İstanbul’a gitmeden önce milli istiklal ve vatanın bütünlüğünü temin gibi önemli konuları görüşmek ve bu konuda icap eden hareket tarzını belirlemek üzere Heyet-i Temsiliye’nin bulundu ğu yerde bir toplantı yapılacağını bildirmişti.
Ankara’ya geldikten hemen sonra 29 Aralık 1919 tarihinde de mebusların 5 Ocak 1919 tarihinden itibaren Ankara’ya gelmelerini istemiştir.Meclis-i Mebusan’a katılacak olan mebusların İstanbul’a gitmeden önce Ankara’da toplanmalarının istenmesinin sebebi mecliste bir grup oluşturmaktı.Harbiye Nazırı Cemal Paşa,Mustafa Kemal Paşa’ya gön derdiği 31 Aralık Ankara’da yapılmasının daha uygun olacağından ve icap edenlere teb liği kararlaştırılmıştır.”demekte ise de Mustafa Kemal Paşa Meclis-i Mebusan’a katılacak olan mebuslarla toplanmak hususunda örnek olarak Eskişehir’i telaffuz etmiştir.Eskişe hir’de toplanmak yönünde kesin bir karar söz konusu değildir. 17 ve 29 Aralık 1919 tarihli telgraflarda da bu yönde bir ifade yer almamaktadır.
1919 tarihli mektubuna mebusların seçiminde hiçbir surette müdahale olmadığı kana tinin her yerde hâsıl olduğunu, ancak taşra mebuslarının İstanbul’a gelmeden önce Ankara’da özel bir toplantı yapacakları haberinin seçimlerin her türlü müdahaleden uzak kaldığı hakkındaki iyi kanaati tamamen ortadan kaldıracağını ifade ile mebusların toplu bir manzara göstermemelerinin sağlanması ve kendilerine yapılacak açıklamaların dikka ti çekmeyecek şekilde gerçekleştirilmesini rica etmiştir.Mustafa Kemal Paşa,Harbiye Na zırı Cemal Paşa’nın mektubuna verdiği uzunca cevabında mebusların,meclisin toplanma sından önce Ankara’ya gelmelerinin, memleketin kurtuluşu uğrunda aynı kanaatte olan mebusların mecliste birlikte çalışmalarını sağlamaya yönelik olduğunu,mecliste milliyet perver bir grubun teşekkülü mecburiyetinin unutulmaması gerektiğini,bu zaruretin mec lisin İstanbul’da toplanması yüzünden olduğunu ifade etmiştir.Devamında Ankara’ya gelenlerle fikir alışverişinde bulunmak suretiyle çoğunluğu sağlayan bir grubun milleti temsil etmesinin önemli görüldüğü,aksi takdirde Meclis-i Mebusan’ın yabancılar gözün de milleti temsil edemeyeceği belirtilmiştir.
Toplantı gerçekleştiği takdirde Mustafa Kemal Paşa Anadolu’ya geçtikten sonra gerçek leştirilen faaliyetlerin büyüklüğünü ve Türkiye’nin istikbalinin Erzurum ve Sivas Kongre lerinde alınan kararlar üstüne kurulması gerektiğini anlatabilecekti.Bu toplantıda mebus lar,tam istiklal ve hürriyet için tek cephe halinde çalışmaya karar vereceklerdi.Daha önce yapılan davet üzerine mebuslar birer birer veya ikisi üçü beraber Ankara’ya gelmeye başlamışlardır.Görüşmelerde mecliste bir Müdafaa-i Hukuk grubunun teşekkülü ve Mustafa Kemal Paşa İstanbul’a gidemeyecek ise de meclis başkanlığına seçilmesinin uygun olacağı anlatılıyordu.Meclisin İstanbul’da devamı mümkün olamayacağından, mut laka bir saldırıya uğrayacağından ve dağıtılacağından o zaman meclis başkanı sıfatıyla Mustafa Kemal’in, mebusları Ankara’da toplanmaya davet için hak ve yetkisi olacaktı.
Bu gelişmelerden sonra 12 Ocak 1920 tarihinde İstanbul’da Meclis-i Mebusun açılmıştır. Ancak Mustafa Kemal Paşa tarafından telkin edilen ve gerekli görülen hususların bir kısmı gerçekleşmemiştir.Mustafa Kemal Paşa,Meclis Başkanlığı’na getirilmediği gibi Müdafaa-i Hukuk Cemiye Grubu da oluşturulamamıştır.
Bununla birlikte meclisteki milliyetçi üyeler tarafından kurulmuş olan Felah-ı Vatan Gru bu’nda önemli bazı kararlar alınmıştır.22 Ocak 1920 tarihinde yapılan gizli oturumda Misak-ı Milli metni bazı ufak tefek değişiklikler yapılarak 28 Ocak 1920 tarihli gizli otu rumda kabul edilmiştir.Milli Meclis (Büyük Millet Meclisi)’in Ankara’da Toplanması (23 Nisan 1920) Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları Ankara’da Kuvâ-yı Milliye’nin kurulma sına çalışırlarken 16 Mart 1920’de İstanbul İtilaf Devletlerince resmen işgal edilmiş grup hususunda esaslı görüşmek gerektiğini söylemiştir.
Misak-ı Milli’yi kabul eden son Osmanlı Mebusan Meclisi de dağıtılmıştır.Osmanlı Mec lis-i Mebusanı’nın çalışamaz hale gelmesi üzerine Mustafa Kemal Paşa,seçimlerin yeni lenmesi ve Ankara’da olağanüstü yetkilere sahip bir meclisin toplanmasına dair Heyet-i Temsiliye adına 19 Mart 1920 tarihinde önemli bir genelge yayınlamıştır.Vilayetlere, Müs takil Livalara ve Kolordu Kumandanlıklarına gönderilen bu genelgede, devlet merkezinin İtilâf Devletleri tarafından resmen işgal edilerek Meclis-i Mebusan’ın dağıtıldığı, yasama, yürütme ve yargı işlerini yerine getirecek bir meclisin kalmadığı ifade edilmekte,bu durumda devlet merkezinin korunmasını, milletin istiklâlini ve devletin kurtarılmasını sağ layacak tedbirleri düşünmek ve tatbik etmek üzere millet tarafından olağanüstü yetkilere sahip bir meclisin Ankara’da toplanmasının zaruri olduğu belirtilmiştir.
Bir aylık bir bekleyişten sonra 23 Nisan 1920 günü Ankara’da Büyük Millet Meclisi açıl mıştır.24 Nisan günü Mustafa Kemal Paşa yaptığı uzunca konuşmasında bu tarihe kadar gelişen olayları kendi üslubunca değerlendirmiş ve meclisin amacı ile görevini şöy le tanımlamıştır:“Bizim vuzuh ve kabiliyet-i tatbikiye gördüğümüz meslek-i siyasi milli siyasettir.Dünyanın bugünkü umumi şeraiti ve asırların dimağlarda ve karakterlerde temerküz ettirdiği hakikatler karşısında hayalperest olmak kadar büyük hata olamaz. Tarihin ifadesi budur.İlmin,aklın,mantığın ifadesi böyledir.
Milletimizin kavi, mesut ve müstakir yaşayabilmesi için devletin tamamen milli bir siyaset takip etmesi ve bu siyasetin teşkilât-ı dahiliyemize tamamen mutabık ve müstenid olması lazımdır. Milli siyaset dediğim zaman kast ettiğim mana ve medlûl şudur: Hudûd-ı milliyemiz dahilinde her şeyden evvel kendi kuvvetimize müsteniden muhâfaza-i mevcudiyet ederek, millet ve memleketin hakiki saadet ve ümranına çalışmak. Alelıtlak tûl-i emeller peşinde milleti işgal ve ızrâr etmemek.. medeni cihandan, medeni ve insani muameleye ve mütekâbil dostluğa intizar etmektir.”
26 Nisan 1920’de Meclis Başkanlık Divanı teşekkül ettirilerek Meclis Başkanlığı’na Mus tafa Kemal Paşa getirilmiş ve bir önerge vermiştir.Önergede ifade edilen hususlar şöy ledir:
1- Hükümet teşkili zaruridir.
2- Muvakkat kaydıyla bir hükümet reisi tanımak veya bir Padişah Kaymakamı ihdas etmek mümkün değildir.
3- Mecliste yoğunlaşan milli iradeyi fiilen vatanın mukadderatına el koymuş olduğunu kabul etmek esas ilkedir. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin üzerinde bir kuvvet mevcut değildir.
4- Türkiye Büyük Millet Meclisi, yasama ve yürütme yetkilerini üzerinde toplar.
5- Meclis’ten seçilecek ve vekil olarak görevlendirilecek bir heyet,hükümet işlerine bakar. Meclis Başkanı bu heyetin de başkanıdır.
6- Padişah ve halife, baskı ve zorlamadan kurtulduğu zaman meclisin düzenleyeceği kanuni esaslar dairesinde vaziyetini alır.
Bu meclis,Misâk-ı Milli’nin gerçekleştirilmesi,memleketin esarete düşmemesi ve istiklâlin kazanılması gibi ortak program etrafında toplanmış mebuslardan oluşuyordu.Önergede “Mecliste yoğunlaşan milli iradeyi fiilen vatanın mukadderatına el koymuş olduğunu kabul etmek esas ilkedir.Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin üzerinde bir kuvvet mevcut değildir.”denilmek suretiyle Osmanlı Devleti’nin işgal altındaki kalan son toprakları üzerin de yaşayan Türk milletinin mukadderatını tayin edecek olan gücün Türkiye Büyük Millet Meclisi olduğu ilan edilmiş oluyordu.Başka bir ifadeyle Milli Mücadele Hareketi,yasama, yürütme ve yargı yetkilerini de kendi bünyesinde toplamış olan Büyük Millet Meclisi sayesinde millet adına hareket etme yetkisini eline almış oluyordu.
Mustafa Kemal Paşa’nın Anadolu’ya geçmesi ile başlayan Milli Mücadele hareketi Amas ya Tamimi ile temel ilkeleri ortaya koyduktan sonra Erzurum ve Sivas Kongreleriyle aske ri ve siyasi otoriteyi sağlamak yönünde önemli adımlar atmıştır. Mücadelenin Sivas’tan yürütülmesinin arzu edilen başarıyı sağlayamayacağı düşüncesiyle stratejik bir mevki olarak Ankara tercih edilmiştir.
Ankara’nın tercihinde sadece askeri gerekçeler değil siyaseten de milli temsili uhdesine almış milli bir meclisin de Ankara’da açılması uygun bulunmakla birlikte bu yöndeki düşünce ve teşebbüslerden bir sonuç alınamamış ve İstanbul’da Meclis-i Mebusan’da oluşturulacak milli bir grup marifetiyle hareket edilmek istenmiştir. Bu teşebbüs kısmen başarılı olmuş ve Misak-ı Milli’nin kabulü sağlanmıştır.Ancak gelişmeler,Meclis-i Mebu san’a müdahale edileceğini ve özgürce kararlar almasına imkan bırakılmayacağı kana tindeki Mustafa Kemal Paşa’yı haklı çıkarmış ve İstanbul İtilaf Devletlerince resmen işgal edilerek Meclis-i Mebusan dağıtılmıştır.Bunun üzerine hemen harekete geçilmiş ve Mustafa Kemal Paşa’nın düşündüğü vechile Ankara’da milli bir meclisin açılması sağlan mıştır.
Bütün bu gelişmelere rağmen Ankara’da kurulan bu meclis daha uzun bir zaman temsil hakkını kullanamayacak ve hukuken muhatap alınmayacaktır.Ancak daha sonra gelişen olaylar gösterecektir ki Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılması Milli Mücâdele’nin başa rısı açısından siyasi ve hukuki anlamda önemli bir safhasını teşkil edecektir. Artık Milli Mücadele’nin hareket merkezi Ankara olacak gerek askeri, gerekse siyasi teşebbüslerin merkezi Ankara olacaktır. Elinde kalan son topraklarına sahip çıkmaya çalışan Türklere karşı maddi, beşeri ve askeri bakımdan kahir güçteki galip devletlerin, politikanın bütün inceliklerini sergileyecekleri de göz önünde bulundurulursa Ankara’nın,Ankara’daki TBMM’nin ve Mustafa Kemal Paşa’nın işinin ne kadar zor olduğu anlaşılır.
Neticede işgalci devletlerin her türlü gücüne, baskısına ve politikasına rağmen Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a çıkmadan önce düşündüğü gibi yıkılan bir devletten yepyeni ve milli bir Türk devleti hayat bulacaktır.
Lozan’da yapılan antlaşma ile Türk zaferi şerefli bir barışla taçlandırılacaktır.Bu başarı, Ankara’da Milli Mücadele’yi büyük fedakârlıklar ve sıkıntılar içinde yürüten,milli bağım sızlık inanç ve kararlılığındaki kahraman meclise aittir.Milli Mücadele boyunca hareket merkezi olan Ankara, büyük zaferden sonra 13 Ekim 1923 tarihinde Türkiye Devleti`nin başkenti olmuştur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder