Ankarada İlk Günler

Mustafa Kemal Paşa'nın Ankara'da İlk Günleri
"Ziraat Mektebi"
Mustafa Kemal Paşa,İstanbul'daki zayıf kadro ile vatanın kurtuluşunun mümkün olama yacağını anlamıştı.Artık kendisini, milli kurtuluş hareketini başlatacak ve yönetecek bir ön der olarak görüyordu.Sonunda beklenen kararını vermiştir:"Anadolu'ya geçecek, orada milli bir teşkilat kurup mücadeleye başlayacak ve bu mücadelesini millete mal ederek milli egemenliğe dayalı bir devlet kuracaktı." Nitekim Mustafa Kemal Paşa' nın" Dokuzuncu Ordu Müfettişi" sıfatıyla 19 Mayıs 1919'da Samsun'a çıkmasıyla birlikte,Ulu sal Bağımsızlık Savaşı'nın gerçek anlamda başladığı görülecektir:
"...Ne denli zengin ve müreffeh olursa olsun,bağımsızlıktan yoksun bir ulus,uygar insan lık karşısında uşak olma durumunda kalmaktan kendini kurtaramaz.Oysa Türk'ün onuru ve yetenekleri çok yüksek ve büyüktür.Böyle bir ulus, tutsak yaşamaktansa yok olsun daha iyidir.Öyleyse 'Ya İstiklâl Ya Ölüm'" Bu sağlam mantıkla Anadolu'ya adım atan Mus tafa Kemal Paşa,işgallere karşı başlatılan yerel ve bölgesel girişimleri tek çatı altında birleştirmek için çalışmalara başlamıştır.Siyasi teşkilatlanmanın temeli Amasya'da atıl mış" "Milli Egemenlik" esasına dayanan yeni bir devletin kurulma düşüncesi ise ilk defa "Erzurum Kongresi"nde dile getirilmiştir.
Bununla birlikte bu kongrede Sivas Kongresi'nin hazırlıklarını yapmak,Kuva-yi Milliye hare ketini desteklemek amacıyla dokuz kişiden oluşan bir Temsil Heyeti,"Heyet-i Temsili ye" kurulmuş ve başkanlığına Mustafa Kemal Paşa getirilmiştir.Temsil Heyeti'nin üye sayısı Sivas Kongresi'nde on beş kişiye çıkarılmış ve "Heyet-i Temsiliye vatanın bütününü temsil eder" şeklinde alınan karar doğrultusunda yetkilerinin bütün ülke için geçerli hale getirildiği görülmektedir.Ayrıca adı geçen kongrede dağınık bir halde bulunan bölgesel direniş cemiyetleri "Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti" adı altında tek çatı altında toplanmış tır.
Heyet-i Temsiliye,Ali Fuat (Cebesoy) Paşa'yı Kuva-yi Milliye Komutanlığı'na atamış, böyle ce İstanbul Hükümeti'nin dışında Anadolu'da Milli Mücadele'yi idare edecek yeni bir hükü met ortaya çıkmış oluyordu.Osmanlı Meclis-i Mebûsanı'na alternatif olarak kurulan Heyet-i Temsiliye, Ulusal Bağımsızlık Savaşı'nın başlatılması ve milli iradeye dayanan yeni bir mec lisin kurulmasında son derece aktif rol oynamıştır.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin temellerini atan bu kadroda Heyet-i Temsiliye Reisi Mustafa Kemal Paşa, Hüseyin Rauf,Eyüp zade İzzet Bey,Hoca Raif Efendi, Hacı Salihzâde Servet Bey, Sadullah Efendi, Hacı Fevzi Efendi, Hacı Musa Bey, Bekir Sami Bey, Refet Bey, Kara Vasıf Bey,Mazhar Müfit Bey, Ömer Mümtaz Bey,Hüsrev Sami Bey, Hakkı Behiç Bey ve Ratipzâde Mustafa Bey yer almaktadır".
Samsun'a çıktığı günlerde Anadolu'nun en güvenli yeri olarak Sivas'ıgören Mustafa Kemal Paşa,sürekli Sivas'ta kalmak ve burayı merkez yapmak niyetinde olmamıştır. Sivas Kong resi'nin üzerinden bir ay geçmeden Heyet-i Temsiliye karargâhını Sivas'tan Ankara'ya taşı mayı düşünen Mustafa Kemal Paşa,1Ekim 1919 tarihinde Kazım (Karabe kir)Paşa'ya gön dermiş olduğu telgrafta konuya şöyle değinmektedir ".Aynı zamanda Heyet-i Temsiliye Karargâhını Ankara'ya ve daha da batıya taşıyarak İstanbul'a yaklaş manın etkili olabileceği ni düşünüyoruz.." Fakat Mustafa Kemal Paşa'nın bu düşünceyi çekirdek kadroya kabul ettir mesi kolay olmamıştır.
Nitekim,Batıya taşınma kararı 16-29 Kasım 1919 tarihleri arasında Sivas'ta komutan larında katılımıyla gerçekleşen Heyet-i Temsiliye toplantısında alınmıştır.Bu toplantı kararlarında Temsil Heyeti'nin Eskişehir'e gideceği;tutanaklarda ise Seyitgazi'nin merkez yapılacağı ifa de edilmektedir".Bununla birlikte Heyet-i Temsiliye'nin Sivas'tan sonra nereye gideceği uzun süre gizli tutulmuş ve Ankara'ya gideceği söylenmemiştir.
Samsun'dan itibaren Mustafa Kemal Paşa ile birlikte olan Heyet-i Temsiliye üyesi Maz har Müfit (Kansu) Bey, Ankara'nın merkez olarak seçilmesinin güvenlik açısından son derece gizli tutulduğunu şu sözlerle ifade etmektedir:
"...Ali Fuat Paşa...artık İstanbul'un merkezi hükümet ittihâz olunamayacağını,idari ve as keri bakımdan bunun mahzurlarını beyan ile merkezi hükümetin Seyitgazi,yahut Eski şehir olmasını teklif etti.
...Fakat Seyitgazi veya Eskişehir kabul edilmezse Ankara'nın kabul edileceğini düşü nerek,bu maksatla Seyit gazi ve Eskişehir'i öne sürmüş bulunuyordu.Nihayet Ankara üzerinde karar verildi,fakat bu karar bir müddet gayet hafi (gizli) olarak aramızda kaldı... Mustafa Kemal Paşa'nın prensibi veçhile 'zamanında ilan' olunacaktı.Zamanı ise çok uzamadı,üç dört ay sonra bu karar da tatbik edildi."
Sivas'ta Temsil Heyeti ile birlikte toplanan komutanlar, on üç gün süren çalışmaları sonu cunda Meclis-i Mebusan'ın İstanbul'da toplanması zorunluluğu karşısında Temsil Heye ti'nin Ankara'ya intikalini kararlaştırmıştı.Artık bu önemli kararın uygulanma zamanı yak laşıyordu.
Mustafa Kemal Paşa'nın Ankara'yı milli kurtuluşun merkezi olarak seçmesinin nedeni,bu şehrin taşıdığı stratejik önemden kaynaklanmaktadır.1919 yılı şartlarına göre Ankara, Ana dolu'da başlatılacak Ulusal Bağımsızlık Savaşı'nın yürütülebileceği en ideal yer olarak görülmektedir.Merkezi konumu,işgal altında bulunan yerlere mesafesi, demiryolu ve telgraf şebekesinden yararlanma kolaylıkları,20.Kolordu Komutanlığının burada bulun ması ve yöre hal kının milli mücadeleye candan bağlılıkları gibi pek çok faktörün bu seçimde etkili olduğu söylenebilir.
Heyet-i Temsiliye Reisi Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları,yolculuk için gerekli hazır lıkları tamamlayarak 18 Aralık 1919 Perşembe günü Sivas'tan ayrılmışlardır.On dokuz kişiden oluşan heyet, üç binek otomobil ile Kayseri-Mucur-Kırşehir ve Kaman yolunu izleyerek çok güç koşullar altında 27 Aralık 1919 Cumartesi günü Ankara'ya ulaşmayı başarmıştır.Atatürk ile birlikte Ankara'ya gelen Heyet-i Temsiliye üyeleri arasında eski Bahriye Nazırı Hüseyin Rauf (Orbay) Bey,eski Vali Mazhar Müfit (Kansu)Bey,eski Muta sarrıf Hakkı Behiç (Bayıç) Bey ve eski Waşhington Büyükelçisi Ahmet Rüstem (Bilinski) Bey yer almaktadır.Dokuz gün süren bu uzun yolculuk esnasında inceleme ve görüş meler için Kayseri ve Mucur'da birer gün kalınmış,yedi gün ise yolda geçmiştir.Yolculuk esnasında kullanılan otomobillerin eski ve bakımsız olması,hava şartları yolda çok zaman kaybedilmesine neden olmuştur.
Heyet-i Temsiliye'nin Ankara'ya geldiği günlerde Vilayet Erkânı arasında Vali Vekili Defter dar Yahya Galip (Kargı) Bey,Polis Müdürü olan Süleyman Kani Bey'i görevden almış ve bu göreve 15 Mart 1919'da Vali Muhittin Mithat Bey,Jandarma Komutanı Rasim Bey,Belediye Reisi (Şehremini)Hacı Ziya Bey ile Müftü Hoca Rıfat Efendi bulunmak tadır.
7 Aralık 1919 günü, Ankara tarihi için bir dönüm noktasıdır. Şehir halkı,Mustafa Kemal Paşa ve Heyetini olağanüstü bir törenle Gölbaşı ilçesinde karşılamış ve Dikmen-Yeni şehir-(bugünkü) Radyoevi-Demiryolu İstasyonu ve Ulus Meydanı yoluyla Hükümet Kona ğı önüne gelinmiştir.
"Bir sabah İngiliz kuvvetleri Ankara İstasyonu'nu zapt etmişti.İstanbul' a gelen bir tren 2 bölük kadar (150) İngiliz askerini çıkardı...İngiliz Komutanı Yüzbaşı Withall idi.Kararga hını istasyonda kurmuştu..İskoçyalı bir bölük Cebeci'de Demirli bahçe yakınma yerleşti. İngilizlerden sonra Ankara'ya bir takım Faslı subaylar da geldi. Bunlardan sonra bir miktar da Fransız askeri gelerek şehir bahçesinde bulunan barakalara yerleştiler.Bun lardan Paşa 'yı getirmiştir.Fakat İstanbul Hükümeti'ne yakınlığı ile tanınan Vali Muhittin Paşa,Milli Mücadeleye karşı uygulamaları nedeniyle Heyet-i Temsiliye'nin emirleri ile 19 Eylül 1919'da Sungurlu-Keskin arasında tutuklanmış ve Sivas'a götürülmüştür.Bu tutuk lama üzerine valilik görevine getirilen Mektupçu Halet Efendi'nin de istifa ederek İstan bul'a gitmesi üzerine, An kara halkı tarafından sevilen ve Milli Mücadele'ye inanan bir kişi olarak bilinen Defterdar Yahya Galip Bey, Vali Vekilliği görevine getirilmiştir.
Mustafa Kemal Paşa'ya tahsis edilen ve şehrin beş kilometre dışında olan Ziraat Mek tebi,Temsil Heyeti'nce hem ikametgâh hem de karargâh olarak kullanılacaktır.Mustafa Kemal Paşa'nın ilk gün Heyet-i Temsiliye adına Ziraat Mektebi'nden şu duyuruyu yayın ladığı görülmektedir:"Sivas'tan Kayseri yoluyla Ankara'ya gitmek üzere yola çıkan Heyet-i Temsiliye, bütün yol boyunca ve Ankara'da, büyük ulusumuzun sıcak ve içten yurtseverlik gösterileri için de bugün buraya geldi. Ulusumuzun gösterdiği birlik ve dayanç (azim),ülkemizin geleceğini güven altına alma konusundaki inancı sarsılmaz bir biçimde destekleyecek niteliktedir.
"Şimdilik Heyet-i Temsiliye merkezi Ankara'dadır.Saygılarımızı sunarız efendim."Temsil Heyeti Başkanı Mustafa Kemal Paşa,28 Aralık Pazar günü kendilerini ziyarete gelen Ankara şehrinin ileri gelenleriyle önemli bir toplantı yapmıştır.Ziraat Mektebi Salonunda gerçekleşen bu toplantıda Mustafa Kemal Paşa,memleketin içinde bulunduğu genel durumu özetleyerek Wilson İlkeleri'ni,Mondros Ateşkes Antlaşması'nın bazı hükümlerini, İtilaf Devletleri'nin ger çek amaçlarını ve Sivas Kongresi kararlarını içeren uzun konuş masında Ankara halkının ileri gelenlerine şu anlamlı mesajı vermiştir"Efendiler! Milli Teşkilatımızın bugün takip ettiği gaye vatanın parçalanmaktan ve milletin esaretten kutra rılmasına yöneliktir."
Heyet-i Temsiliye üyesi Mazhar Müfit (Kansu) Bey, hatıralarında bu önemli toplantı hak kın da şu bilgileri vermektedir:".Muhterem Ankara ahalisiyle yakından tanışmak üzere ikametgahımıza Ankaralıları davet ile Paşa'nın bir konferans vermesi ve bu suretle mü davele-i efkâr ile vaziyeti tenvir etmek lüzumuna karar verildi ve bu karar hemen tatbik edildi.
Bulunduğumuz Ziraat Mektebinin merdiveninden çıkınca sol tarafına tesadüf eden büyük bir salonda Ankara muhterem halkı toplandı.Paşa,saatlerce imtidât eden nutkunu söyledi..Bu konferans halk üzerinde iyi bir tesir bıraktı ve vaziyet hakkında halk tenevvür etti.Halk büyük bir memnuniyet içinde Mektepten ayrıldı..."
Heyetin Ziraat Mektebi'ndeki ilk günleri çok yoğun bir çalışma ortamı içerisinde geç miştir.Meclis-i Mebusan'ın toplantı hazırlıkları yanında Ulusal Bağımsızlık Savaşı ile ilgili pek çok sorunun çözümü burada gerçekleşecektir.Mustafa Kemal Paşa,29 Aralık 1919 tarihinde yayınladığı ikinci genelgesinde,Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Derne ği'ndeki bütün milletvekillerini Ankara'ya çağırmıştır.O,bu hareketiyle Türk Ulusunun ve Türk yurdunun geleceği ile ilgili politikanın bundan böyle İstanbul'da değil Ankara'da çizileceğini dost ve düşmana göstermek istemiştir.Nitekim Heyet-i Temsiliye'nin Ankara' yı merkez yapması ve kararlı çalışmaları ulusal hareketin etkinliğini her geçen gün arttırmış ve İstanbul Hükümeti üzerinde baskılar yoğunlaşmıştır.Bu arada İstanbul Hükü meti'nin engellemelerine karşın birçok milletvekili Mustafa Kemal'in çağrısına uyarak Ankara'ya hareket etmiştir.Atatürk bu konuya Nutuk'ta şöyle bir açıklama getirmektedir:
"Milletvekilleri hepsi bir günde ya da çeşitli günlerde (Ankara'da) bulunamadılar.Tek tek ya da küçük topluluklar halinde gelip gittiler. Bu kişilerin ya da toplulukların hepsine,ayrı ayrı hemen aynı temel noktaları günlerce ve birçok kez anlatmak zorunda kaldık..."
Heyet-i Temsiliye ve Milletvekilleri arasında Ziraat Mektebi'nde yapılan karşılıklı bu görüş melerde Türkiye'nin ulusal politikası oluşturulacaktır.Ayrıca daha sonraki günlerde Meclis-i Mebusan'ın kabul ettiği" Misâk-Milli İlkesi"nin ilk müsveddeleri de bu görüşme lerde Mustafa Kemal Paşa tarafından Ziraat Mektebi'nde kaleme alınacaktır.İstanbul'a gidecek mebuslarla yapılan görüşmeler sonucunda hazırlanan Misak-ı Milli müsved deleri ile ilgili olarak Mustafa Kemal Paşa,Nutuk'ta şu bilgilere yer vermektedir:
"... Efendiler, milletin amâl ve maksadını da kısa bir programa esas olacak surette toplu bir tarzda ifadesi de görüşüldü.Misâk-ı Milli unvanı adı verilen bu programın ilk müs veddeleri de bir fikir vermek bilgilere yer vermektedir:"..Mustafa Kemal Paşa,3 Ocak 1920 tarihinden itibaren Ankara'ya gruplar halinde gelip giden Mebuslarla bir maksat ve gaye etrafında toplanabilmek için uzun münakaşa ve müzakereler yaptıktan sonra milletin emel ve maksatlarını da kısa bir programa esas olacak surette toplu bir tarzda ifade edilmesi hususu da kararlaştırılmıştı. Misak-ı Milli adı verilen bu programın ilk müsveddeleri Ankara'da kaleme alın mış ve İstanbul'da tekâmül ettirilmiştir."maksadıyla kaleme alındı. İstanbul Meclisi'nde bu esaslar hakikaten toplu bir surette tahrir ve tespit olunmuştur... "
Ziraat Mektebi,dört aya yakın bir süre Heyet-i Temsiliye tarafından çalışma merkezi olarak kullanılmış ve bu süre Mustafa Kemal Paşa içinde oldukça zor bir dönem olmuş tur.Bu küçük karargâhta kalanlar arasında başta Mustafa Kemal Paşa olmak üzere Temsil Heyeti üyesi Mazhar Müfit Bey,Hakkı Behiç Bey,Rüstem Bey,Erkânı Harp Bin başısı Hüsrev (Gerede) Bey,Doktor Binbaşı Refik (Saydam) Bey,Kalem Amiri Üsteğ men Hayati Bey,Yüz başı Bedri Bey,Mustafa Kemal Paşa'nın yaverlerinden Piyade Yüz başı Cevad Abbas (Gürer) Bey,Topçu Teğmen Muzaffer (Kılıç) Bey ile şifre,muhabere ve muamelât memurları bulunuyordu.
Heyet-i Temsiliye üyesi olan Rauf,Mazhar Müfit ve Ahmet Rüstem Beyler,milletvekili seçil diklerinden dolayı 12 Ocak 1920'de açılacak olan Son Osmanlı Mebusan Meclisi toplantı sına katılmak üzere Ankara'dan ayrılmış ve Ziraat Mektebi'nde Temsil Heyeti üyesi olarak sadece Mustafa Kemal Paşa ve Hakkı Behiç Bey kalmıştı.Bu arada Mus tafa Kemal Paşa'da Erzurum'dan milletvekili seçilmesine rağmen Mebusan Meclisi top lantısına katılmamış ve Heyet-i Temsiliye'nin başında kalmıştır.
Üyelerinin geçici olarak dağılmaları yüzünden Temsil Heyeti'nin bütün sorumluluğunu Mustafa Kemal Paşa tek başına üstlenmiştir. Mustafa Kemal Paşa'nın bu dönemdeki yalnızlığını gazeteci Yunus Nadi (Abalı oğlu) şöyle ifade etmektedir:
"...(Heyet-i Temsiliye namına Mustafa Kemal) imzasıyla bütün memlekete yayılan,ferde hitap eden,cemaate hitap eden, millete söyleyen,herkese cevap veren tebligatın menşei he men hemen yalnız Mustafa Kemal Paşa'dan ibaretti.Ortada Heyet-i Temsiliye diye müteşekkil,icabında içtima eder ve karar verir bir heyet yoktu.Esasen böyle bir cemiyet varmış ama şimdi azası dağınıktı. Ankara'da bulunan bir iki kişi de hatta içtimaa bile lüzum görmüyorlar, her şey Ziraat Mektebi'nde Mustafa Kemal Paşa tarafından takdir ve tedvir olunup gidiyordu. Denilebilir ki Heyet-i Temsiliye bizzat Mustafa Kemal Paşa idi. Zahirde onun namına imza ediyordu,hakikatte o dahi kendisinden başka bir şey değil di..."
Ulusal Bağımsızlık davasını kamuoyuna benimsetmek için her türlü vasıtaya programın da yer veren Mustafa Kemal Paşa,basını da ihmal etmemiştir.Sivas Kongresi esnasın da kongre fikirlerini yayacak bir gazetenin neşrine özen göstermiş ve bu işle Selahattin (Ulusaerk) Bey'i görevlendirmiştir.Bağımsızlık Savaşı'nın başlıca gayelerinden biri, "İrade-i milliyenin hakim kılınması" olduğundan,Mustafa Kemal Paşa da gazeteyi" İrade-i Milliye" şeklinde isimlendir meyi uygun görmüştür.14 Eylül 1919'da yayın hayatına başlayan İrade-i Milliye gazetesiyle Bağımsızlık Savaşı'nın tebliğleri,kongre fikirleri, Heyet-i Temsiliye kararları ayrıntılarıyla ele alınarak yayımlanmış ve kamuoyu aydınlatıl maya çalışılmıştır.İrade-i Milliye gazetesinin kamuoyunu gelişmelerden haberdar etmesi son derece faydalı olmuş fakat gazete haberleri nin bazı bölgelere ulaştırılamaması çeşitli eleştirilere neden olmuştur. Nitekim İstanbul'dan kaçarak Ankara'ya gelen Halide Edib (Adıvar)'in düşünceleri bu görüşü doğrular niteliktedir.Halide Edib,"Ne harici dünya, ne memleketin içi, milli hareketin manasını anlayamamışlardı. Çünkü bu hususta haber alamıyorlardı" demektedir.
Mustafa Kemal,Heyet-i Temsiliye ile birlikte Sivas'tan ayrılırken bu gazeteyi de Ankara' ya nakletmek istemiş ama Sivaslıların isteği üzerine bu düşüncesinden vazgeçmiştir.
Mustafa Kemal Paşa'nın bu eksikliği gidermek ve Ankara'da yapacağı çalışmaları kamu oyu na duyurmak amacıyla Ziraat Mektebi'nde vermiş olduğu ilk direktif yine, "bir gazete çıkaraca ğız" olmuştur.Tıpkı Sivas'ta olduğu gibi Ankara'da da gazetesinin adını bizzat kendisi koymuş tur:
"Hâkimiyet-i Milliye" Ankara'da Ziraat Mektebi Karargâhı'nda hazırlıkları yapılan bu gazete,10 Ocak 1920'de Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Heyet-i Temsili yesi adına yayınlanmaya başlamıştır.Yazı İşleri Müdürlüğü'nü Recep Zühtü (Soyak) Bey'in yaptığı Hâkimiyet-i Milliye gazetesi' nde,ulusal ilerleyişin amacı dile getirilmiş ve Mustafa Kemal,bu gazeteden söz ettiğinde daima "benim gazetem" deyimini kullan mıştır.Çünkü O,Samsun'a ayak bastığı günden başlayarak Amasya'da,Erzurum'da, Sivas'ta ve daha sonra Ankara'da Ulusal Bağım sızlık Savaşı'nın ruhu ve simgesi olan,"İrade-i Milliye" ve "Hâkimiyet-i Milliye" kavramlarını sürekli biçimde işlemiştir. Çıkarılan bu gazeteler,Mustafa Kemal'in milli irade ve hâkimiyetini açık bir şekilde dile getirmesi ve davasını bütün dünyaya ve millete duyurmak için gösterdiği hassasiyetin bir örneğini teşkil etmektedir.
Anadolu gazeteleri Ulusal Bağımsızlık Savaşı'nda kamuoyu oluşturmaya çalışırken en çok bir milli ajans yokluğunun sıkıntısını çekmiştir.Çünkü Anadolu'nun muhtelif bölge lerinden Ankara Müdafaa-i Hükuk Heyet-i Temsiliyesi Riyaseti'ne memleketin geleceği ile ilgili hiçbir haber alınamadığı yolunda telgraflar gönderilmektedir.5 Mart 1920'de Samsun Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Başkanı Süleyman Bey,Ankara'ya çektiği bir telg rafta,bir haftadan beri memleketin geleceği ile ilgili hiçbir haberin kendilerine ulaşmadığı, memleketin geleceği hususunda iyi veya kötü haberlerden günü gününe haberdar edilmek istediklerini bildirmiştir.
20 Mart 1920'de ise Malatya'dan Ankara'ya haber alınamadığı yolunda bir şikâyette bulunul muş,bunun üzerine Mustafa Kemal Paşa,"Şimdiye kadar verilen istihbarat aynen verilecek tir.Vilayetten tebliğ edilmiyor mu?" diye sormak mecburiyetinde kalmıştır.



Bütün bu yazışmalardan anlaşılacağı üzere, Anadolu'nun Ulusal Bağımsızlık Savaşı ile ilgili gelişmelerden yeterince haberdar olamadığı görülmektedir.Mustafa Kemal Paşa'nın talimatıyla Anadolu'daki gelişmeleri yurt içine ve dışına duyurmak amacıyla Ziraat Makta bi'nde atı lan ikinci adım ise "Anadolu Ajansı"nin kuruluşu olacaktır.
Milli bir ajansın kurulması meselesi Yunus Nadi (Abalı oğlu) ile Halide Edip (Adıvar)'in çalışmaları ile gerçekleşmiştir.Anadolu Ajansı fikri,Geyve kazasının Akhisar nahiye sindeki bir istasyonda doğmuştur.16 Mart 1920'de İstanbul'un resmen işgali Ankara'ya kaçışı hızlandır mıştı.Bu yolculuk esnasında Akhisar İstasyonu'nda verilen bir mola sırasında Yunus Nadi ile buluşan Halide Edip,ona ajans teşkilâtı kurulması hakkında görüşlerini açmış ve bu fikir Yunus Nadi tarafından olumlu karşılanmıştır.
Halide Edip,kurulacak ajansın adı konusunda da önerilerde bulunmuş ve her ikiside" Anadolu Ajansı" fikrini benimsemişlerdir. Halide Edip de, "Evvela kendini ve mümkünse bütün vatanı kurtaracak Anadolu'dur.O halde kararımızı vermiş olalım:Anadolu Ajansı..." deyince,Yunus Nadi bu fikri benimseyerek kabul etmiştir. Yunus Nadi (Abalıoğlu) ve Halide Edip (Adıvar),2 Nisan 1920'de Cami (Baykut),Adnan (Adı var),Yusuf Kemal (Ten girşenk), Hüsrev (Gerede) Beyler'le birlikte Ankara'ya gelmişlerdir.
4-5 Nisan 1920'de Yunus Nadi ve Halide Edip, bir ajans kurma fikrini Ziraat Mektebi'nde Mustafa Kemal'e açmışlardır.Halide Edip,Yunus Nadi ile yolda Anadolu Ajansı kurulması konusundan konuştuklarını anlatarak,bu ajans haberlerinin telgrafhanesi olan her yere ve olmayan yerlerde de camilere ilan halinde yapıştırılmasını önermiştir.Ayrıca,dünyanın ne düşündüğünü anlamak için Fransızca ve İngilizce gazetelerin en önemlileri olan "Mancherter Guardian,Times" vb gazetelerin zamanında Anadolu'ya getirilmesinin faydalı olacağını ifade etmiştir.Mustafa Kemal Paşa bu fikri çok beğenmiş,ancak memle kete telgrafla verilmek üze re yazılacak olan haberlerin ilk günlerdeki şeklini bir kere de kendi görmek isteyerek,"İlk günlerde bu yazılarda gerek fikir ve gerek tarz-ı tahrir itibariyle belki bazı tashihât yapılmak lazım gelebilir. Fakat üç, beş gün geçtikten sonra zaten siz takip olunan siyaseti kavramış olacağınızdan artık buna da hacet kalmadan iş kendi kendine yürür,gider" demiştir.Yunus Nadi ise anılarında ajans konusunda vardık ları kararı şöyle anlatmaktadır:
"... İlk günü Paşa, Anadolu Ajansını bütün memlekete takdim edecekti.Yani şu ve şu maksatlarla Ankara'da bir Anadolu Ajansı teşkil edildi. Memleketin her tarafı şu müşkül anında,cereyan eden ahvalden haberdar edilecektir.Bu ajans, tebligatını şu veya şu suretlerle mümkünse ve mümkün olduğu kadar memleketin en ücra köşesine kadar yayacaksınız, diyecekti. Halide Edib Hanım ve ben de,0 günlerin işine yarayacak resmi ve gayr-ı resmi yerli ve yabancı haberleri toplayarak günde en az iki servis yapmak üzere telgrafhaneye verecektik."
Bütün bu yoğun çalışmalar sonrasında Temsil Heyeti Başkanı Mustafa Kemal Paşa'nın Ankara Ziraat Mektebi'nde vermiş olduğu bir direktifle 6 Nisan 1920'de "Anadolu Ajansı (AA)" adı verilen Ulusal Haber Ajansı'nın kurulduğu görülmektedir.Bu ajansın kuruluşu, 8 Nisan 1920' de bir genelgeyle Kolordulara,Vilayetlere,Müstakil Livalara,Müdafaa-i Hukuk Heyet-i Merkezi yelerine ve Müdafaa-i Milliye Heyet-i İdarelerine,aynı gün Sivas Kadınlar Cemiyeti'ne ve basın kanalıyla da bütün Türk halkına duyurulmuştur.Bu tamim lerle,Türk kamuoyunu yanlış yönlere sürükleyerek milli birliği tehlikeye düşürmek ama cıyla yapılan çalışmalara karşı uyanık tutmak ve Ulusal Bağımsızlığı sağlayacak karar ve hareketleri Türk halkına zamanında bildirmek amacıyla kurulan Anadolu Ajansı, çalışmalarına resmen başlamış oluyordu. Anado lu Ajansı için Heyet-i Temsiliye Karar gâhı olan Ziraat Mektebi'nde bir oda hazırlanmıştı.Ajans ilk çalışmalarına Müdafaa-i Hukuk Heyet-i Temsiliyesi teşkilâtından ve araçlarından yararlanarak dar bir kadro ile başlamıştır.
Anadolu Ajansı'nın görevini tam olarak yapabilmesine ve Ajans haberlerinin en küçük yerleşim merkezlerine ulaştırılabilmesine önem veren Mustafa Kemal Paşa,hiçbir aksak lık olmaması konusunda büyük titizlik göstermiştir.Aynı günlerde Mustafa Kemal Paşa 'nın halkın ruhunu rencide edecek zararlı yayın ve gazetelerin Anadolu'ya sokulmaması konusunda da direktifleri vardır.
Anadolu Ajansı,Türk kamuoyunu yanlış yönlere sürükleyerek milli birliği tehlikeye düşür mek amacıyla içten ve dıştan yapılmakta olan tahrik ve kışkırtmalara karşı milleti uyanık tutmak,milli kurtuluşu sağlayacak karar ve hareketleri halka vaktinde bildirmek gibi iki ana görevini son derece kısıtlı imkânlarına rağmen yerine getirmeye çalışmıştır.Anadolu Ajansı,7 Haziran 1920'de "Matbuat ve İstihbarat Müdüriyet-i Umûmiyesi" nin kurulmasıy la bu müdürlüğe bağlanmıştır.6 numaralı kanunla kurulan bu müdürlüğün amacı,"Alelu mûm dâhili ve harici neşriyat ve irşadat ve istihbarat işleriyle meşgul olmak ve bil-cümle matbuat umuruna merci teşkil eylemek..."şeklinde açıklanmaktadır.
Temsil Heyeti'nin geleceğe yönelik planlamaları yanında günlük konularla ilgili verdiği kararlar çok az sayıdaki karargâh heyetince yerine getiriliyordu.Ziraat Mektebi'nde bulunanlar birkaç görevi bir arada yürütüyorlardı. Mazhar Müfit Bey,Heyet-i Temsiliye Karargâhının para ve iaşe gibi işlerinden sorumlu idi.Hakkı Behiç Bey,Heyet-i Temsiliye üyeliğinin yanı sıra Hakimi yet-i Milliye gazetesini idare etmekte ve yazılar yazmak ta,Rüstem (Alfred) Bey ise uzun yıllar sefirlik görevinde bulunduğundan İngilizce, Fran sızca ve İtalyanca dillerini çok iyi bilen kişi olarak Heyet-i Temsiliye'ye yardımcı olmak tadır.Hüsrev Bey,karargâhta askeri ve siyasi planla maları,yazışmaları yürütmektedir.
Başyaver Piyade Yüzbaşı Cevad Abbas (Gürer) ve Yaver Topçu Teğmen Muzaffer (Kılıç) ise karargâhta kendi görev ve sorumluluklarını yerine getirmektedir. Üsteğmen Hayati Bey,Ziraat Mektebi'ndeki Heyet-i Temsiliye'nin bütün yazışmalarından sorumlu idi.Mustafa Kemal Paşa'nın önderliğinde Ulusal Bağımsızlık Savaşı ile vatanın kurtula cağına inanan bir avuç insan kış aylarında Ankara'da ortak bir gaye için gece gündüz yılmadan çalışıyorlardı.Ziraat Mektebi'nde Mustafa Kemal Paşa'ya uyularak gece geç saatlere kadar çalışılır,bazen gece yarısın dan sonra yatılırdı.Paşa bir yandan Anado lu'nun çeşitli yerlerinden gelen muhaberatı takip eder,diğer yandan arkadaşları ile önem li konuları tetkik ve münakaşa ederek kararlar haline getirirdi.
Bütün bu faaliyetlerin yoğun bir şekilde yaşandığı Ziraat Mektebi hakkında Yunus Nadi (Abalı oğlu) Bey hatıralarında şu bilgileri vermektedir:".Ziraat Mektebi'ne girilince alt katta ve sağda sıra ile karşılıklı üç-dört oda vardır.Bunun birisi Hayati Bey'in kalem oda sı idi.Biri şifre odası idi.Biri yatak odası ve diğeri telgraf merkezi idi.
Şifreli şifresiz her türlü muhabere muamelelerinde Hayati Bey'e iki veyahut üç genç muavenet (yardım) ediyordu,o kadar.Yukarıya çıktığımızda sağ taraf koridorlarında sıralanan odalardan birinci Recep (Peker) Bey'in odası vardı.Bu odada Recep Bey'in yatağı ve masası vardı.Bilâhare orada kendisine yatak arkadaşı olarak Hüsrev Bey inzimam etmişti..Sonradan Sıhhi ye Vekili olan Doktor Refik Bey'de orada Ziraat Mektebi karargâhında idi.O'nun vazifesi...Paşa'nın sıhhati ile meşgul oluyor,O'nun harekât ve sekenatından yemeğine kadar her şeyine en ince bir dikkatle bakıyordu..."
Mustafa Kemal'in çalışma ve istirahat odası ile Heyet-i Temsiliye üyelerinin odaları ikinci katta idi:"...Mektebin üst katına çıkılınca karşıya gelen büyücek oda Paşa'nın kabul salonu, görüş me ve çalışma odası ittihaz edilmişti...
Salonun kenarına konulmuş saç soba yanıyordu.Bir iki kanepe,koltuk ile üç dört san dalye ve bir masa,odanın pek basit olan-fakat ancak temiz-tefrişatını teşkil ediyordu."
Heyet-i Temsiliye karargâhı olan Ziraat Mektebi ve Numune Çiftliği hakkında Halide Edip (Adıvar) Hanım hatıralarında şu bilgilere yer vermektedir:".Öğleden sonra beni karar gâha götürmek için bir araba geldi. İşte bu yer,yeni bir hükümeti ve Cumhuriyeti yara tacak binaydı.Bu bina Ankara'nın kuzeyinde bir sürü sırtlardan birinin tepesinde yapılmış bir taş binaydı. Bunu vaktiyle İttihatçılar Ankara'da Ziraat Mektebi olarak kurmuşlardı.Sol tarafındaki vadi de Numune Çiftliği'ni ve ona gereken binaları yaptırmışlardı.Şimdi Mektep kullanılmadığı için çiftlikte kalan talebe yoktu. Ve bize orada yer vereceklerdi... Ankara'ya geldiğimizin üçüncü akşamı Numune Çiftliği' de bize ayrılan bir odayı işgal ettik.Burası merkez binanın ikinci katın da vaktiyle talebeye yatakhane vazifesi görmuş tü. Adnan ile işgal ettiğimiz odanın Ankara'ya bakan güzel bir balkonu vardı.
Bina akasya ağaçlarının ortasında ve önünden çiftlik arazisini sulayan Çubuk Çayı ge çerdi...Binanın alt katında çiftlik hocası otururdu. Etrafında da ahırlar vardı...
Halide Edip, Adnan ve Cami Beyler Karargâhın hemen altında bulunan Numune Çiftliği adı verilen binaya yerleştirilmişlerdi.Yemeğe ise karargâha geliyorlardı.Ziraat Mektebi'n deki gün lük yaşam ve Mustafa Kemal'in konumundan Adıvar şöyle bahsetmektedir:"... Yemeklerimizi karargâhta yiyorduk.Öğle yemeği çok basit ve çabuk geçerdi...Akşam yemekleri daha uzun geçerdi.At nalı şeklinde bir masanın etrafında otururduk.İyice konuşulurdu. Bilhassa Mustafa Kemal Paşa geçmiş günlerden uzun uzun bahseder, hemen herkesi acı fakat parlak bir su rette tenkit ederdi.Onu dinlerken memlekete yarayacak hiçbir şahsiyet olup olmadığı hakkın da insanda şüphe uyanırdı...Yemekten sonra büyük odada toplanılır ve iş konuşulurdu.O günler ölüm-kalım savaşı geçirdiğimiz için işler çok ciddiydi.Güçlük ve kargaşalık bu ilk günlerde durumu yıkacak bir haldey di..."
Halide Edip Ziraat Mektebi'ndeki günlük çalışma ortamını ise şöyle tasvir etmekte dir:".Ankara'ya geldiğimin beşinci günü büyük bir sofaya açılan dar ve uzun odalardan birisini bana ayırdı.Burasını bir nevi büro haline sokmuştu.Buranın eşyası büyük bir yazıhane,dosya rafları,sandalye ile beraber iki masa,bir de eski bir yazı makinesinden ibaretti.Ben İngilizce gazetelerin siyasete kaçan kısımlarını tercüme eder,Mustafa Kemal 'in Kâtibi Hayati Bey'in getirdiği telgraflar arasından Anadolu Ajansı ve Hakimiyet-i Milli ye gazetesi için lâzım olan parçaları keser,bunda başka da Mustafa Kemal Paşa'nın diğer muhaberatına ait yazıları hazırlardım..."
Memleketin kurtuluşu için gece gündüz demeden çalışan Mustafa Kemal,aynı zamanda Zira at Mektebi'nde böbreklerinden rahatsızlanmıştı.Halide Edip bu durumu şöyle değer lendirmektedir:"..Karargâh dıştan sakin görünmekle beraber,güç anlar yaşıyorduk.Ben daima bürom da tercüme ve makine ile meşguldüm.
Bazen Mustafa Kemal Paşa gelir,bir kahve ısmarlar,azıcık otururdu.O günlerde bütün enerjisiyle maksat uğruna çalışan dağınık kuvvetleri idare etmeye çalışıyordu.Aynı zamanda ateşi vardı ve hastaydı.Bu günlerde Dr.Refik'le Dr.Adnan adeta endişeyle etra fında dolaşır,onunla meşgul olurlardı..."
Heyet-i Temsiliye'nin Ziraat Mektebi'ndeki ilk günleri mali açıdan bir hayli sıkıntılı geç miştir.Ankara Belediyesi'nin birkaç gün süren yardımları sayesinde iaşe temin edilmiş, fakat sonra para sıkıntısı baş göstermiştir.Zor bir anda Ankaralıların Heyet-i Temsiliye'ye para yardımları bu şekilde başlamıştır.Temsil Heyeti'nin ağırlanma giderleri Müdafaa-i Hukuk Örgütü Ankara Şubesi'nce karşılanmıştır.Heyet-i Temsiliye üyesi Mazhar Müfit Bey bu sıkıntılı durumu şöyle anlatmaktadır:
"...Para sıkıntısı bizi sıkmaya başladı.Ekmekçiye bile verecek paramız kalmamıştı.Mus tafa Kemal Paşa ile bu ciheti görüşürken bulduğum çareleri eskisi gibi kabul etmedi ve yarı geceye kadar hep düşündük ise de para tedariki hususunda bir karar ve neticeye vasıl olamadık.Çünkü bankalardan ve müessesattan ödünç bile olsa para almayı Paşa' ya bir türlü kabul ettiremedim.Ne yapacaktık?Benim bir kürküm vardı.Erzurumlu Nafiz Bey'e müracaatla sattırılmasını rica ettim.Nafiz Bey,'Kanunu sani içindeyiz,ne giye ceksin?'diye satmamakta ısrar ettiyse de bu ısrar,ne olursa olsun,kulağıma giremez di.Aç mı kalacaktık? Nihayet onu da sattık.Kimsede satılacak bir şey kalmadı...
Bu arada ulusal iradenin Mebuslar Meclisi'nde "Misak-ı Milli" biçiminde belirlenmekte olduğunu gören İtilaf Devletleri ise,Ocak ayı içerisinde baskı yollarına başvuracaklar dır.Milletin temsilcisi Parlamento ise,işgali ve paylaştırmayı kabul etmeyeceğini kararlaş tırmıştır.
Osmanlı Mebusan Meclisi, milli sınırlar içerisinde tam bağımsız yeni bir Türk Devleti'nin esaslarını kapsayan Misak-ı Milli'yi 28 Ocak 1920'de kabul etmekle büyük bir tarihi görevi yerine getirmiştir.Ulusal iradenin Mebuslar Meclisinde "Misak-ı Milli" biçiminde belirlenmekte olduğunu gören İtilaf Devletleri, Ocak ayı içerisinde baskı yollarına başvur muşlardır.
Milletin temsilcisi Parlamento ise işgali ve paylaştırmayı kabul etmeyeceğini kararlaş tırmıştı.Mebusan Meclisi'ni almış olduğu bu karardan vazgeçirmek için baskılarını yoğun laştıran İşgal Devletleri bunu başaramamışlardır.Fakat Misak-ı Milli şu maddeleri içer mektedir:"
1-Osmanlı Devleti'nin 30 Ekim 1918 tarihli mütareke imzaladığı tarihte düşman ordula rının işgali altında bulunan Arap memleketlerinin durumunun, halkın serbestçe vere cekleri oya göre belirlenmesi gereklidir. Bu mütareke hududu içinde Türk ve İslam çoğun luğu bulunan kısımların tümü, hiçbir şekilde ayrılık kabul etmez bir bütündür.
 2-Halkın oyu ile ana vatana katılmış olan üç sancakta (Elviye-i Selase:Kars,Ardahan, Batum) gerekirse halkın oyuna başvurulmasını kabul ederiz.
3-Türkiye barışına bırakılan Batı Trakya,hukuki durumunun saptanması da halkın tam bir hürlükte verecekleri oya uygun olmalıdır.
4-Hilafet merkezi ve Osmanlı Devleti'nin başkenti olan İstanbul şehriyle Marmara Deni zi'nin bütünlüğü her türlü zedelenmeden masun ((korunmuş) olmalıdır. Bu esas kabul edilmek şartıyla Akdeniz ve Karadeniz Boğazları'nın dünya ticaret ve ulaşımına açılması hususuna bizimle diğer bütün ilgili devletlerin,birlikte verecekleri karar geçerlidir.
5-İtilaf Devletleriyle düşmanları ve bazı ortakları arasında kararlaştırılmış olan anlaşma esasları dairesinde azınlıkların hakları, komşu memleketlerdeki Müslüman halkın aynı haktan yararlanmaları şartıyla tarafımızdan kabul ve temin edilecektir.
6-Milli ve İktisadi gelişmemiz imkân dairesine girmek ve daha ileri ve düzenli bir şekilde iş görmeye muvaffak (başarılı) olabilmek için her devlet gibi bizim de gelişmemizin sağlanması sebeplerinin temininde İstiklal ve tam bir hürlüğe sahip olmamızı hayat ve beka (var olma)   esasıdır.Bu sebeple siyasi, adli, mali gelişmemize engel olan kayıtlara karşıyız.Hissemize düşecek borçlarımızın ödenmesi şartları da bu esasa aykırı olma yacaktır."artan baskılar yüzünden 3 Mart 1920'de Ali Rıza Paşa istifa etmek zorunda kalmıştır. Mustafa Kemal Paşa, yeni hükümetin Damat Ferit Paşa tarafından kurulması tehlikesini görerek padişah nezdinde girişimlerde bulunmuş ve İstanbul'a Anadolu'nun her yerinden başlayan telgraf fırtınası sonu cunda, 6 Mart'ta Salih Paşa yeni kabineyi kurmakla görevlendirilmiştir.8 Mart'ta Hükümeti kurarak göreve başlayan Salih Paşa'da baskılara boyun eğmemiş ve Mebusan Meclisini etki lemeye çalışmamıştır.
Bunun üzerine İşgalci Devletlerin yapabileceği tek iş kalmıştır,o da İstanbul'un resmen işgalidir.19 Şubat'ta Maraş olayları,Milne Hattına saldırı ve Akbaş Cephaneliği Baskını'n dan sorumlu tuttukları Osmanlı Devleti'ne bir nota veren Müttefik Devletler,28 Şubat'ta Dışişleri Bakanları nezdinde Londra'da yapmış oldukları ortak toplantıda,ilk kez İstan bul'un işgali konusunu ele almışlardır.
3-5 Mart 1920'de ise İtalya'nın çekimser kalmasına karşılık İngiliz ve Fransızlar,İstan bul'un işgaline ve milliyetçilerin tutuklanmasına ilke olarak karar vermişlerdir.Bu arada Rauf Bey,bu kararı öğrenir öğrenmez Mustafa Kemal'e bildirmiş ve kendisinin sonuna kadar İstanbul'da kalıp mücadele edeceğini belirtmiştir.Eğer Meclis işgal edilirse o zaman milliyetçiler,Kısıklı yoluyla Anadolu'ya kaçacaklardı.
13 Kasım 1918'den beri İstanbul'u kontrolleri altında tutan İtilaf Devletleri,16 Mart 1920 'de İstanbul'u resmen işgale başlamışlardır.Şehzade Karakolunu basan İngilizler yatak larındaki askerlere ateş açmışlar,Harbiye Nazırı Cemal Paşa'yı tutuklamışlardır. Ayrıca şehrin önemli caddeleri tutularak,Harp Okulu,Postane,Telgraf Genel Müdürlüğü Binası işgal edilmiştir.Bunların yanı sıra halkı sükûnete çağıran ve işgalin geçici olduğunu duyuran İstanbul Hükümeti ise bu işgale sessiz kalmıştır.Bu arada Salih Paşa Kabinesi de Kuva-yı Milliyeye karşı başarısız görülerek,28 gün sonra istifa etmek zorunda bıra kılmıştır.Salih Paşa'nın Sadaret ten istifası üzerine İstanbul-Anadolu ilişkisi Damat Ferit Paşa'nın 5 Nisan 1920 yılında tekrar iktidar getirilmesiyle son derece gergin bir duruma girecektir.
İngilizlerin istekleri doğrultusunda Padişah Vahdettin tarafından dördüncü defa iktidara getirilen Damat Ferit Paşa'ya karşı çok büyük tepkiler olmuş ve bu konuda Padişaha çeşitli öneriler sunulmuştu.Hatta Hüseyin Kâzım Bey de bir gün huzura çıkarak Damat Ferit'in iktidara getirilmesinin,"bütün memleket için felaket olacağını" söylemekte tereddüt etmemişti.Bu müracaat üzerine hiddetlenen Padişah,"Ben istersem Rum Patriği ni de getiririm,Ermeni Patriğinide getiririm,Hahambaşıyı da getiririm" deyince,sabi mizaç lı olan Kâzım Bey de "getirirsiniz amma faidesi olmaz" diyerek huzurdan dışarı çıkmıştır.
Bu durum,İstanbul-Ankara arasında her şeyin sona ermek üzere olduğunu gösteriyordu. Esasen bu tarihlerde,iki tarafın birbirlerine yaklaşacaklarını bile düşünmek doğru olamazdı.Çünkü 16 Mart 1920'de Mustafa Kemal'in millete yayımladığı beyannamede, "Osmanlı Devleti'nin hayat ve hâkk-ı hâkimiyetine son verilmiş olduğunu" ilan etmesi ve Ankara'da olağan üs tü yetkilere sahip bir meclisin toplanması için harekete geçmesi bu görüşü doğrulamaktaydı. Oysaki kudretsiz de olsa İstanbul'da bir devlet başkanı ve bir Osmanlı Hükümeti vardı.O hal de Ankara artık bunları tanımadığını,Türk istiklâl ve hâkimiyetini savunmak üzere yeni bir teşekkülün kurulması yoluna fiilen girilmiş olduğunu saklamıyordu.
Yeni kurulan kabine sadece başkanıyla değil, üyeleri itibariyle de son derece ilgi çekici idi. Örneğin Adalet Bakanı Ali Rüştü Bey,Yunan ordusunun başarısı için dua edilmesini isteyen bir kişi idi. Milli Eğitim Bakanı Rumbeyoğlu Fahrettin Bey ise, okul kitaplarında bulunan Türk kelimesi yerine Osmanlı kelimesinin konmasını emretmişti. Böyle fikirlere sahip kişilerden kurulmuş olan kabinenin, milleti kurtaracağı ve Anadolu'da gün geçtikçe kuvvetlenen milli teşkilatla işbirliği yapabileceği düşünülemezdi.
Artık Padişah ve Damat Ferit Paşa ikilisi, İngilizlerin elindeki İstanbul'da, Mustafa Kemal' e karşı ellerinden gelen bütün engellemeleri yapmaktan geri kalmayacaklardır.10 Nisan 'da Hükümetin Kuva-yı Milliye'yi bir isyan hareketi olarak suçlayan bildirisi ile asilerin katledilmelerinin şeriat yönünden gerekli olduğuna dair bir fetvayı yayınladığı görüle cektir.Bu beyannamede, "bazı kişiler tarafından Birinci Dünya Savaşı'na sürüklenmiş olan Türk milletinin,maddi ve manevi bakımdan,büyük fedakârlıklara zorlandığı, Mond ros Mütarekesi ile çok kötü duruma düşürüldüğü,şimdi de aynı kişilerin,hırs ve çıkar larını sağlamak amacıyla milli teşkilat adı altında yeniden meydana çıkarak,fitne ve fesa da sebep oldukları, kanunları çiğneyerek ahaliden zorla para ve asker topladıkları,ver meyenleri cezalandırdıkları görülmektedir" denildikten sonra,hükümetin siyasi durumunu kötüleştirmekten başka bir işe yaramayan bu kişilerin, kandırmak ve korkutmak suretiyle kendi taraflarına çektikleri kimselerden, bir hafta içinde pişman olduklarını bildirenlerin affedilecekleri, geri kalanların ise şiddetle cezalandırılacakları yazılı idi.
Şeyhülislam Dürrizade Es-Seyyid Abdullah'ın verdiği fetvalar da çok sert hükümler taşı maktadır.İstanbul Hükümeti tarafından 11 Nisan'da Kuvayı Milliye aleyhinde hazırlatılan bu fetvada,Ulusal Mücadele'nin Türk'ü Türk'e kırdırarak sonuçsuz bırakılması hedeflen miş,Mustafa Kemal ve arkadaşlarının öldürülmesinin dine uygun olduğu dile getirilmiştir. İstanbul Hükümeti'nin bu dönemde, Anadolu'nun çeşitli yerlerinde çıkan bir takım ayak lanmaların başlamasında da önemli rolü olmuş ve yukarıda açıklanan fetvalar önemli bir propaganda aracı olarak kullanılmıştır. Çünkü İstanbul Hükümeti, halkın saltanat, hilafet ve şeriata ne derece önem verdiklerini bilmekte ve dolayısıyla şeriatın da bir propagan da aracı olarak kullanılmasından çekinmemiştir.İşte Anadolu hareketini bastırmak ama cıyla işbaşına getirtilen Damat Ferit Paşa, daha da ileri giderek Ulusal hareketi bastır mak için silahlı bir kuvvetin oluşturulması için gereken çalışmalara da başlamıştır.Bu amaçla 18 Nisan 1920'de çıkarılan bir kararnamede,"Kuvayi İnzibatiye" adı verilen kuru luşun amacı şöyle açıklanmaktadır:
Ziraat Mektebi Karargâhında, Meclisin açılışı öncesi çalışmalar daha da hızlanmış, öze llikle Meclis binasının neresi olacağı konusu çeşitli tartışmaları beraberinde getirmiştir. Ankara'da bulunan belli başlı binalar gezildikten sonra İttihat ve Terakki Kulübü olarak yapılmış olan bina da karar kılınmıştır.Bu binanın bakım-onarımı ve eksikliklerinin gide rilmesi esnasında çeşitli resmi kuruluşların yanı sıra Ankara halkının yardımları son derece önemlidir.Özellikle binanın çatısına döşenecek kiremitlerin Ulucanlarda yapımı devam eden bir ilkokulun inşaatından sağlandığı, ama bunlar yetmeyince Ankaralıların kendi çatılarından söktükleri kiremitlerle eksikleri tamamladığı görülmektedir.Ayrıca top lantı salonuna konacak sıralar bir ilkokuldan getirilmiş ve salonun aydınlatılması için gerekli avize yerine bir kahvehanenin büyük bir asma lambası kullanılmıştı.Bütün bu yokluklar çerçevesinde bina içerisinde başlatılan onarımlar kısa bir sürede tamamlanmış ve bina Meclis çalışmaları için hazır hale getirilmiştir.
23 Nisan 1920'de saat 13.45'te halkın sevinç gösterileri arasında açılışı gerçekleşen "Büyük Millet Meclisi"nde ilk konuşmayı geçici başkan olarak seçilen Sinop Milletvekili Şerif Bey yapmıştır.Ankara'ya gelen üyelerin en yaşlısı olan Şerif Bey,daha önce Mus tafa Kemal Paşa'nın hazırladığı şu konuşma metni ile Ulusal Meclisi açmıştır:
"... Ben Ankara'ya ilk defa İstanbul'un işgalinden altı ay önce geldim.Kışı burada geçir dim.Ziraat Mektebi'nde yattım.O sıralarda Atatürk'te Ziraat Mektebi'nde kalıyordu.Tabl dottan yemek yiyorduk.Bir kat elbisemiz vardı.Sabahtan akşama kadar memleketin her tarafında bir mesele vardı. Atatürk o işleri elimizde kudret olmayarak idare ediyordu.Son ra İstanbul'a döndüm.Tekrar Ankara'ya geldiğimde Meclis henüz kurulmamıştı.Davet edilmişti.Meclis kurulunca Meclise girdim.Genelkurmay Başkanı oldum.O zaman karar gâhım orada [Ziraat Mektebi] idi."
Böylece TBMM Hükümeti'nin çalışmaya başlamasıyla birlikte, Ulusal Bağımsızlık Savaşı yasal olarak hukuksal bir temele oturmuş,Ulusun yazgısı ve geleceği için Ulus adına tüm yönetime el konulmuştur.Büyük Millet Meclisi'nin açılması anında büyük sorunlar ve olağanüstü tehlikelerle karşılaşılmıştır.İç ayaklanmalar,Yunan saldırısı,iç güvenlik,dü zenli Ordu'nun kurulmaması,para kaynaklarının yokluğu yüzünden sınırlı bütçeler,Mec lis'te gruplaşmalara yol açmıştır.Fakat bütün bu olumsuzluklar çalışmaları engelleme miş,gerek TBMM,gerekse Hükümet,bir yandan yeni devlet düzenini,diğer yandan da düş mana karşı koymak için yoğun bir çalışma içine girmiştir.
Bu arada Ankara'daki bu gelişmeler karşısında İstanbul Hükümeti de boş durmamış ve mücadeleyi yok etmek için çalışmalarına hız vermiştir.Mustafa Kemal'in azimli davranışı ve milli davayı başarma kararlılığı karşısında,Damat Ferit Hükümeti de memleket ve millet menfaatini hiçe sayarak en ağır tedbirlere başvurmaktan geri kalmamıştır. Mustafa Kemal ve yakın çalışma arkadaşlarından Bekir Sami Bey,Dr.Adnan,Ali Fuat,Ahmet Rüstem, Kara Vasıf ve Halide Edip, gıyaben İstanbul'daki Birinci Örfi ve Harp Divanı'nın verdiği 4 Mayıs 1920 tarihli bir kararla "resmi rütbe ve nişanların alınmasına" ve "idam cezasına" mahkûm edilmişlerdir.Ayrıca Damat Ferit Hükümeti,özellikle TBMM'nin açılma sından sonra düşmanlarla işbirliği yaparak, Yunanlılara karşı memleketi savunan Kuva-yi Milliye Cephesi'nin gerisindeki cehalet ve taassubu,milliyetçiler aleyhine harekete geçirmiştir. Mustafa Kemal,İstanbul Hükümeti'nin giriştiği bu yıkıcı akımı ve karşı faali yetlerini,ayaklanma bölgelerini ve ayaklanmaların yarattığı kötü durumu Nutuk'ta şöyle anlatmaktadır:
"Damat Ferit Paşa Hükümeti ve İstanbul'da bütün yıkıcı hain örgütlerin kurduğu birlik ve bu birliğin Anadolu içindeki bütün ayaklanma örgütleri ve bütün düşmanlar ve Yunan Ordusu,elbirliği ile bize karşı çalışmaya başladılar.Bu ortak saldırı piyasasının yönergesi de Padişah ve Halifenin, içinde düşman uçakları da bulunan her türlü araçlarla yurda yağdırdığı fetvaları idi...Bu genel,çeşitli ve haince saldırılara karşı biz de, daha Meclis açılmadan önce Afyon karahisar'da,Eskişehir'de ve bütün demiryolu boyunca bulunan yabancı devlet askerlerini Anadolu'dan çıkararak,Geyve,Osmaneli,Carablus Köprülerini yıkarak ve Meclis toplanır toplanmaz Anadolu'daki saygıdeğer din bilginlerinden fetva alarak karşı önlemlere giriştik..Bandırma,Gönen,Susurluk,izmit,Adapazarı,Düzce,Hen dek,Gerede,Nallıhan,Beypazarı dolaylarında...tutuşan kargaşa ateşleri bütün ülkeyi yakı yor,hainlik,bilgisizlik,düşmanlık ve bağnazlık dumanları bütün yurt göklerini yoğun karan lıklar içinde bırakıyordu. Ayaklanma dalgaları Ankara'da karargâhımızın duvarlarına dek çarptı.Karargâhımızla kent arasındaki telefon ve telgraf tellerini kesmeye dek varan kudurgan saldırışlar karşısında kaldık...Dikkate değer ki sekiz ay önce Ulus,Heyet-i Tem siliye ile birlik olarak,Damat Ferit Hükümeti ile ilişkiyi ve haberleşmeyi kesmiş iken,Ali Galip'in girişimi gibi tek dük olaylardan başka genel ayaklanma olmamıştı.Bu kez ortaya çıkan yaygın ve genel ayaklanmalar, sekiz ay içinde yurtta çok hazırlık yapıldığını gös teriyordu. Damat Ferit Hükümeti'nden sonra kurulan hükümetlerle Ulusal bilincin korun ması ve pekiştirilmesi yolundaki savaşımlarımızın ne kadar haklı nedenlere dayandığı çok acı olarak bir daha anlaşılmış oluyordu."
Değişik tarih ve yerlerde çıkan ve çoğu zaman Ulusal Bağımsızlık Savaşı için tehlikeli boyutlara ulaşan ve güçlükle bastırılabilen bu isyanların ortak hedefi,bu mücadeleyi başarısız ve sonuçsuz kılmaktı.Ayaklanmalar yeni hükümetin zaten sınırlı olan gücünü çok yıpratmıştır.Bu ayaklanmaların bastırılmasında gösterilen olağanüstü çabalar ger çekten büyük başarıdır. İsmet (İnönü) Bey,hatıralarında bu mücadeleyi şu şekilde ifade etmektedir:
"... Meclis açıldıktan sonra,İtilaf Devletlerinin ve İstanbul Hükümeti'nin en kısa zamanda en geniş ölçüde dâhili isyanlar çıkararak TBMM Hükümeti'ni işlemez hale getirmek, tasfiye etmek başlıca hedefleri olmuştur...


İç isyanlar bir yerden kumanda edilir şekilde intizamla idare olunmuştur...".
1920 yılının Nisan ayı Ziraat Mektebi'nde oldukça sıkıntılı geçmiş,özellikle Anadolu'da başlayan isyan hareketleri Ankara'ya kadar yaklaşmıştı.Karargâhın bulunduğu Ziraat Maktabi çevresinde geceleri kimliği belirsiz kişiler dolaşmaya,hatta zaman zaman silah sesleri bile duyulmaya başlamıştır.İşte o günlerde karargâhta bulunan herkes elbisele riyle yatmaya başlamış ve atlarda her an hazır tutulur olmuştur.
Adıvar,o sıkıntılı günlerden şöyle bahsetmektedir:"... O günlerde karargâhın etrafına bir sürü at getirildiğini gördüm. Bunların ne için olduğunu sorduğum zaman 'belki Ankara'yı terk etmek ve Sivas'a gitmek zorunda kalırız•Senin için de bir araba hazırlatıyoruz' dedi ler.Ben araba istemediğimi ve gitmeyeceğimi söyledim.Ama,bu sırf cesaretten ibaret değildi.Bitkin vaziyeti düşünmüştüm.Eğer yüzde bir şansımız varsa,o da Ankara'daydı. Orada kalmakla sadece ölümden kurtulabilirdik..O akşam Dr.Adnan,Mustafa Kemal Paşa'nın kendisini bir araba ile göndermek teklifinde bulunduğunu söyledi.Ben,'halk tarafından parçalanmaktansa zehir alır ölürüm' dedim.Dr. Adnan,üstünde, bugünlerde daima kuvvetli bir zehir taşıyordu..."
Yine o sıkıntılı günlerde Ziraat Çiftliği'nde Mustafa Kemal Paşa başta olmak üzere herke sin çok sevdiği Karabaş isimli çoban köpeği, bir gece gizlice kurşunla öldürülmüştü.Adı var,hatıralarında bu olaydan şöyle bahsetmektedir:"..[Ziraat Mektebi'nden] akşam çiftliğe biraz daha erken indik...Bizi büyük çoban köpeği Karabaş'ın havlaması karşıladı.Ben önde gider,onunla konuşur, onu yatıştırırdım.Çünkü çok dosttuk. Karabaş çok vahşi bir hayvandı..Yine bu [Nisan] sabahlarından birinde [Karargâhtan] çiftliğe girerken Kara baş'ın sesini duymadım.
Ertesi sabah meçhul bir adam tarafından kurşunla öldürülmüş olduğunu öğrendik. Aynı hafta içinde altı aylık yavrusunu da meçhul bir adam zehirlemiş.Tabiî bizim durumu muzun da ne olacağı belli değildi..."
Ziraat Mektebi Karargâhı içerisindeki o günlerin yoğun çalışma ortamını Adıvar şöyle dile getirmektedir:
"... Büyük odadaki manzara gözlerimin önündedir. Mustafa Kemal Paşa,lambasının ışığı altında kağıtları karıştırır.Miralay İsmet Bey mütemadiyen dolaşır.Cami Bey dizinde kağıt larla koruma fırsatı beklerdi.İç işlerinde meseleler gittikçe çoğalıyordu.Her yarım saatte bir Hayati Bey gelir, telgraflar getirirdi.Bunların arasında şöyleleri vardı:'Ben Hilafet Ordu su'nun yaklaştığını görüyorum. Halkın onlara iltihakından endişe ediyorum.Onlar girip telgraf tellerini kesmeden evvel emirlerinizi bekliyorum.' Bu durum şafak sökünceye kadar devam eder,hepimiz yorgunluktan bitkin bir hale gelirdik.Mustafa Kemal Paşa'nın o günlerdeki kadar yorgun ve bazen de ümitsiz olduğunu görmüş değildim...Umumiyetle birkaç saat uyuyabilmek için sabahın erken saatlerinde aşağıya [Çiftlik Evi]inerdik. Çün kü Hilafet Ordusu mensuplarının ne zaman bizim yerimizide basıp yatağımızda bizi boğazlayacaklarını tahmin edemiyorduk.Bu günlerde bu vatan hainleri Bolu hastanesin de yatan bazı subayları da yataklarından sürükleyip hastanenin önünde kafalarını taşla ezmişlerdi."
İstanbul Hükümeti'nin gerek dolaylı, gerek dolaysız yollarla ve İşgalci Devletlerle yaptığı işbirliği ile TBMM'ni zayıflatıp çökertmek istemesine karşı duyulan tepki sert olmuştur. Bu durum TBMM üyelerinin bilinçlenmesini artırmış ve ayaklanmaların nereden kaynak landığını öğrenmişlerdir.

Bu davranışı yurda hıyanet olarak niteleyen Büyük Millet Meclisi,Damat Ferit Paşa yöne timini tanımayı reddetmekle kalmayıp,7 Haziran 1920 günkü oturumunda Doktor Adnan (Adıvar) Bey'in önerdiği ve Aydın Milletvekili Cemil Bey ile 9 milletvekilinin destekleyerek Meclis'çe kabul edilen önergeleriyle,İstanbul Hükümeti'nin 16 Mart 1920'den sonra imza lamış olduğu tüm anlaşma ve sözleşmeleri yetkisiz sayıyordu.Ayrıca Damat Ferit Hükü meti'nin Kuva-yi Milliye'yi ortadan kaldırmak amacıyla giriştiği kovuşturmadan,fetvaya ve kuvvet göndermeye kadar varan çalışmalarına karşılık,Ankara'daki Meclis ve onun Hükü meti de iç güvenliği sağlamak,etkinliğini sürdürebilmek için bazı önlemler alma gereğini duymuştur."Fetvaya fetva ile yanıt verme" dışında alınan önlemler şöyle sıralanabilir:
"29 Nisan 1920'de Hıyanet-i Vataniye Yasası'nın çıkarılması,asker kaçaklarının önlen mesi,18 Eylül 1920 İstiklal Mahkemeleri'nin kurulması,Öğüt Kurullarının (Nasihat Heyeti) oluşturulması, işgal güçleri ve diğer bozguncuların Anadolu'da karışıklık çıkarmalarını önlemek için gizli teşkilatlar kurulması, Anadolu'ya giriş çıkışların ve haberleşmenin denetlenmesi gibi."
Bütün bu olayların yoğun bir şekilde yaşandığı Ziraat Mektebi'nde gece yaşamı da olduk ça ilginçti.Şehirden oldukça uzak olan Ziraat Mektebi'ne akşam olunca ürkütücü bir ses sizlik çöker ve şehirle Karargâhın teması neredeyse tamamen kesilirdi.Aslında o dönem de Ankara şehrinde de hayat sönerdi. Ankara'nın kale duvarları arasına sıkışan ya da kale eteklerine serpilmiş harap mahalleleri ve toprak damları içinde insanlar kendi içle rine çekilirdi. İşte o günlerde Mustafa Kemal Paşa, güvenlik gerekçesiyle Ziraat Mektebi Karargâhı 'ndan ayrılarak Ankara İstasyonu'ndaki Gar Müdürlüğü binasına yerleşmiştir. "Direksiyon" adı verilen bu binanın,15 Ekim 1920'den itibaren Mustafa Kemal Paşa tarafından hem ikametgâh hem de çalışma yeri olarak kullanıldığı görülecektir.
Ankara Belediyesi,1921 yılında Çankaya'da Papazın Bağı olarak isimlendirilen bölgede "Kasap oğlu Köşkü" adı verilen eski iki katlı bağ evini satın alarak Mustafa Kemal Paşa 'ya hediye etmiştir.Çünkü, ne Ziraat Mektebi,ne de istasyondaki Direksiyon binası sürekli oturmaya elverişliydi.
Mustafa Kemal Paşa, Ankaralıların kendisine hediye ettiği bu köşke 1921 yılında taşın mış ve O burada Ulusal Bağımsızlık Savaşı'nın en sıkıntılı günleriyle Cumhuriyet döne minin en mutlu günlerini yaşamıştır.Bu arada" Pembe Köşk" olarak bilinen ikinci Cumhur başkanlığı Köşkü'nün yapımına ise 1931 yılında başlanmış ve 1932 yılında tamamlan mıştır.Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kurucusu ulu önder Mustafa Kemal Atatürk,1932 yılının Haziran ayında bu köşke taşınacak ve çalışmalarını artık burada devam ettire cektir".Böylece Çankaya yakın dönem Cumhuriyet tarihinin önemli olaylarının cereyan ettiği, önemli kararların verildiği bir mekân haline gelecektir.
Bu arada Ankara Ziraat Mektebi binası,Ulusal Bağımsızlık Savaşı boyunca Genelkur may Başkanlığı binası olarak kullanılmıştır.İki katlı taştan inşa edilen bu binanın 1937 yılında büyük bir tadilata uğradığı ve üzerine bir kat daha ilave edildiği görülmektedir. Yapılan bu değişikliklerle binanın bir süre "Meteoroloji Kuzey İstasyon Binası" ve 1952 yılından itibaren ise "Meteoroloji Genel Müdürlük" binası olarak kullanıldığı görülmekte dir.
Kaynak: Halide Edip Adıvar Anıları


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder