Rızanın İmalatı

          Bir Manipülasyon Aracı Olarak Rızanın İmalatı

          Kitlelerin karar almasını sağlama,başka bir deyişle kamuoyu oluşturma,kitle iletişim araç larının önemli görevlerinden ve temel siyasal işlevlerinden birisi olarak kabul edilmektedir. Siyasal açıdan iktidar kavramı,genel olarak güç,otorite ve kontrol gibi kavramlarla bir arada düşünülmektedir.Başka bir deyişle siyaset,”iktidar ilişkileri” olarak tanımlanmaktadır.Hangi düzeyde yönetim olursa olsun siyasal iktidar ilişkilerini düzenleyen kurallar ve işlevler bütünü nü ifade etmektedir.Siyasetin vazgeçilmez unsuru ve konusu olan iktidarın,en önemli dayanağı meşruiyettir.

Meşrutiyet,iktidarın sebebi ve devamlılığının teminatıdır.Halkın iktidara gösterdiği rıza bu meşruiyetin sayesinde gerçekleşmektedir.Başka bir deyişle,halk iktidara boyun eğmektedir. Siyasal iktidar toplumsal rızaya dönüşmedikçe bir zoru,bir zorunluluğu ve bir zorbalığı temsil etmektedir.Bu yüzden tüm siyasal iktidarların temel problemi,bireysel onama ve toplumsal rıza arayışıdır.

Rıza oluşturma sorunu ve iktidarın meşruiyetini yönetilenlerin rızasına dayandırma gerekliliği anlayışı,demokrasinin asli bir öğesi olmakla birlikte,propaganda ve halkla ilişkiler kapsamında yürütülen çalışmaların da önemli konularından birisi haline gelmiştir.Yönetimin halkla ilişki leri propaganda aracı olarak kullandığı Birinci Dünya Savaşı döneminde ABD Başkanı Wood row Wilson’un yanında Creel Komisyonu’nda görev alan Edward L.Bernays ve Walter Lipp mann konuya ilişkin önemli isimlerdir.

       Rızanın imalatı Lippmann tarafından ilk defa Public Opinion(1922)kitabında kullanılan bir kavramdır.Lippmann bu çalışmasında kamuoyunun oluşmasını ve rızanın imalatını açık larken ”dışımızdaki dünya”, “kafamızdaki resimler”, “sahte çevre”, “şaş kın sürü” gibi kavram lar kullanmıştır.Kitle iletişim araçları,Lippmann’ ın şaşkın sürü olarak nitelendirdiği halkın kafasındaki resimlerin inşasında ve kamuoyu oluşturul  masında baskın bir rol oynamakta dır.Lippmann “rızanın imalatı” kavramını kamuo  yu yaratmak için “demokrasi sanatındaki yeni devrim” olarak ifade etmektedir.

Egemen güçlerin iktidarını koruyabilmek için çoğunluğun rızasını kazanmaları ve meşrulaş maları gerekmektedir.Bu nedenle çoğunluğun çıkarları,yönetici sınıfın çıkarlarına uygun hale getirilmelidir.Söz konusu çıkar örtüşmesi,rızanın imalatı ile sağlan maktadır.Sistemin rızanın üretilmesini sağlama,hegemonyaya ulaşma ve tahakküm kurma sürecinde ise kitlelerin zihni nin yönlendirilmesi,yani manipülasyon önemli bir rol oynamaktadır.

Schiller,manipülasyonun ancak yarı uyanmış bir kitlenin ortaya çıkması durumunda kullanıla bileceğini belirtmektedir.Schiller’in de belirttiği gibi baskı ve zor kullanılarak yönetilebilen ve yönlendirilebilen toplumlar için manipülasyon gerekli değildir.Manipülasyon daha çok birey sel özgürlüğün ön planda tutulduğu ve liberal demokrasiyle yönetilen toplumlarda geçerlidir. Bu toplumlarda,rıza üretiminin gerçekleştirilmesi için en önemli rolü kitle iletişim araçları üst lenmektedir.İkna yönetimi olarak manipü lasyon ortaya çıkan yeni bir olgu değildir.

Schiller’in manipülasyon kavramını açıklarken kullandığı beş temel mitten ilki olan “bireysel cilik ve kişisel tercih miti”,manipülasyon kavramıyla çok tezat olan,ancak manipülatörlerin en çok kullandığı “özgürlük “kavramına işaret etmektedir.

Özgürlük kavramı demokrasinin asli unsuru olmakla birlikte manipülasyonun üzeri ne inşa edildiği en temel kavramlardan birisidir.

        Birinci Dünya Savaşı sonrası oluşan halkla ilişkiler endüstrisinin önde gelen isimlerinden Bernays,rıza mühendisliği olarak nitelediği halkla ilişkiler ve propagandayı “demokrasinin özü” olarak görmektedir.1947’de yayınladığı The Engineering of Consent isimli makalesinde mühendislik olarak tanımladığı rıza üretimini bu tanımlamay la bir eleştiri getirmemekte,tam aksine demokrasi için bir zorunluluğu savunmaktadır .Lippmann 1922’de yayınladığı Public Opinion adlı kitabında ilk defa “rızanın imalatı  “ kavramını kullanan kişidir ve bunu “demo krasi sanatındaki yeni devrim” olarak nitelendirmiştir.

Rızanın yaratılması yeni bir sanat değildir.Demokrasi görünümüyle öldüğü varsayılmakla birlikte çok eskidir,ama ölmedi.Aslında,teknik olarak muazzam derecede gelişmiştir,çünkü şimdi temel kuraldan ziyade analize dayanmaktadır.Ve böylece,psikolojik araştırmalar sonu cunda modern iletişim araçlarıyla birleşince,demokrasi uygula ması bir köşeyi döndü.

Ekonomik gücün kaymasından çok daha önemli olan bir devrim gerçekleşiyor.Şu an  da işleri kontrol eden neslin ömrü boyunca ikna,kendine güvenen bir sanat ve popüler hükümetin düzenli bir organı haline geldi.Hiçbirimiz sonuçlarını anlamaya başlayamaz,ancak rıza yarat manın nasıl yapıldığı bilgisinin her siyasi hesaplamayı değiştreceğini ve her siyasi önceliği değiştireceğini söylemek cüretkar bir kehanet değildir. Propagandanın etkisi altında,yalnızca sözcüğün kötü anlamıyla değil,eski sabit düşüncelerimiz değişken haline geldi.

Bernays ve Lippmann’ ın Creel Komisyonu’ndaki görevleriyle kamuoyuna savaşa girme düşün cesinin benimsetilmesi süreci halkla ilişkilerle propagandanın karıştırılmasının en önemli nedenlerindendir.Bernays,Birinci Dünya Savaşı sırasında Başkan Wilson’u halkın gözünde “bir özgürlük savaşçısı” olarak konumlayıp;onun özgürlük ve de mokrasiyi Avrupa’ya götür mek istediğini halka anlatmıştır.Propaganda faaliyetinde kullanıldığı bu söylemi işe yara yan Bernays,barış zamanı da bunu kullanılabileceğini düşünmüş fakat Almanya’nın propagan da sözcüğü ile yaptıkları şeylerin akla gelmesi yüzünden “propaganda” yerine “halkla ilişkiler” terimleri kullanılmıştır.Savaştan son ra halkla ilişkiler faaliyetlerini Broadway Amerika’da bu yeni kalabalıkların düşüncele  rini yönlendirmek için çeşitli yollar aranmış ve bu konuda birçok başarılı uygulamaya imza atmıştır.

Kaos ve Küresel Savaş

Kaostan Kaynaklanan Düzen ve Küresel Savaş
ABD/İngiltere/Siyonizm-İsrail,küresel imparatorluk için hedef aldığı ülkeleri,alt etnik ve mez hebi gruplara bölüp yeni uluslar oluşturmayı bir strateji olarak benimsemiştir.Geçmişte İngilte re’nin öncülüğünde yapılanlar,bugün ABD’nin öncülüğünde yapılmak istenmektedir.Arkada Siyonizm vardır.Vaktiyle Afganistan’ın geleceğinde Amerikan Politikası Koordinatörlüğü göre vini üstlenen Richard Haass,Karışıklık adlı kitabında “yeni bir ulus inşa etmeyi”,işgal edile cek bölgelerde hakimiyet kurabilmek için şart olarak görmektedir.”
“ABD liderliği ile ilgili geniş spektrum göz önüne alındığında ABD,minimum zararla maksi mum kâr elde etmeye çalışmaktadır. Tehlikeli gördüğü ve gelecekte kendisine meydan okuyacak üç ülkeyi,Rusya,Hindistan ve Çin,özellikle Rusya ve Çin’i,ittifaklar zinciri kurarak kuşatmayı ve küresel güç olmalarını engellemeyi,bölgelerin deki ihtilafları körükleyerek bölgelerine hapset meyi hedeflemektedir.”
“İkinci Dünya Savaşının ardından Roosevelt,Şubat 1945 yılında Süveyş kanalında bir ABD savaş gemisinde Kral Abdülaziz Suud ile ‘Suudi petrolüne ayrıcalıklı erişim karşılığında Kralın ABD tarafından korunmasını’ sağlayan özel, gizli bir anlaşma yapmıştır. Trump’ın,Suud ziyaretinde (Haziran 2017) yaptığı gizli anlaşma ile Roosevelt’in 1945 yılında yaptığı anlaşma arasında bir ilişki olduğuna dikkat edilmelidir.Nitekim ABD-Suud anlaşma sından sonra hem Suud Veliaht seçiminde bir değişim olmuş, hem Katar Krizi meydana gelmiş ve hem de ABD, Suud ve Katar ile ticari anlaşmalar yapmıştır.”
"Kaostan Kaynaklanan Düzen" ve "Küresel Savaş"
İslâm coğrafyasında “Kaostan Kaynaklanan Düzen”(”Yaratıcı Savaş”/“Düzeltici Savaş”) teorisinin bir uygulaması olarak başlatılan “Arap Baharı”nın, ABD Başkanı Trump ile birlikte yeni bir aşamaya sokulduğu anlaşılmaktadır. Sanki dünya kamuoyu,11 Eylül 2001 İkiz Kuleler provokasyonunda olduğu gibi yeni şok dalgaları ile bir şeye hazırlanmak istenmek tedir.
Son günlerde dünyada,özellikle,İslâm coğrafyasında önemli gelişmeler yaşanmaktadır. Bunları aşağıdaki gibi özetleyebiliriz:
ABD Suud işbirliği,Suud’un ABD ile 10 yıllık 350 Milyar $ civarında anlaşma yapmış olma sı,Suud önderliğinde bazı Arap ülkelerinin Katar’a ambar go uygulaması,Katar’a uygulanan ambargoya Türkiye,Iran,Pakistan,Cezayir ve Fas’ın karşı çıkması ve ekonomik yardım yapması.Türkiye ve Pakistan’ın Katar’a asker gönderme kararı alması,ABD’nin Katar’la 10 adet F-16 savaş uçağı satma anlaşması imzalaması ve Askeri tatbikat yapması,ambargo nun yumuşatılmasını talep etmesi,Katar Krizi ile birlikte,Şii-Sünni Fay hattına,Sünni-Sünni Fay hattının eklenmesi ile Sünni dünyanın fiilen ikiye bölünmesi,Suud yöne timinde iç kavgaların şiddetlenmesi,Sünni dünya nın ikiye bölünmesi ile İran’ın yayılmacı politika uygulamaya dolaylı olarak teşvik edilmesi; uzun vadede Türkiye ile İran’ın karşı karşıya getirilip savaştırılması,ABD Başkanının Pakistan’a aske ri operasyon yapılabilir açıklaması,ABD’nin 4000 kişilik bir askeri birliği Pakistan’a gönderme kararı,buna Rusya ve Çin’in karşı çıkması,İran Genel Kurmay başkanının yıllar sonra Türkiye’yi ziyareti,Türkiye-İran-Rusya arasında askeri ziyaret trafiğinin yoğunlaşması,Türkiye’nin ABD karşıtı Vietnam ve Venezüella ile yakınlaşması,
Türkiye,AB,özellikle,Almanya ilişkilerinin bozul ması, gerilimin sürekli yükselmesi,Barzani’nin 25 Eylül 2017’de bağımsız Kürdistan devleti için referandum kararı alması; ABD’nin referan dumu erteleme isteği,Türkiye ve İran’ın referanduma karşı çıkması,ABD’nin Irak ve Suriye düzleminde PYD/YPG’yı stratejik ortak kabul edip operasyon ları Türkiye’nin itirazlarına rağmen birlikte yap mış olmaları ve ABD’nin PYD/YPG’ye 60000 kişilik düzenli bir ordu kurması ve ağır silahlarla donatması,ABD’nin Türkiye’yi Rakka operasyonuna dâhil etme mesi,ABD’nin DAEŞ ile savaş ma yerine Suriye askeri güçlerinin ABD’nin çiz diği sınırların dışına çıkmasını engellemek için Suriye askeri birliklerine operasyon yapması,ÖSO’dan ayrılan bazı birliklerin PYD/YPG ve Suriye Ordusuna katılması,Türkiye’nin Suriye ’de hareket alanının bizzat ABD tarafından kısıtlan ması,Türkiye’de FETÖ operasyonlarında yapılan “tutuklama, ihraç ve açığa almalarda” FETÖ’cü olmayan kesimlerin mağdur edilmesi,Enis Berbe roğlu’na MİT TIR’ları davasından dolayı 25 yıl mahkûmiyet verilmesi ve bunun üzerine CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun Ankara’dan İstanbul’a kadar yürümesi ve bununla ilgili gerilim yükseltici tartışmaların yapılması Erdo ğan’ın ABD ziyaretinde Türk heyetine saldıran bir gruba, Cumhurbaşkanı korumalarının müda hale etmesinden dolayı ABD yargısının Türk Korumalara mahkûmiyet vermesi.
ABD’de Halk Bankası Genel Müdür Yardımcısı nın tutukluluğunun devam etmesi,Gerek ABD ve gerekse AB ülkelerinde FETÖ mensuplarının koruma altına alınması,Fransa, Almanya,İngilte re’den sonra İspanya’da IŞİD adına(!) yapılan terör eylemleri ve bunun üzerine İslâm coğrafya sına karşı Batıda oluşturulmaya çalışılan psikoloji,ABD’nin değişik eyaletlerinde son zamanlarda meydana gelen ırkçı görüntüsü verilmiş kitlesel sokak eylemleri ve terör.
Bütün bu olayları göz önüne aldığımızda bugün, İslâm coğrafyasında “Kaostan Kaynaklanan Düzen”(”Yaratıcı Savaş”/“Düzeltici Savaş”) teori sinin bir uygulaması olarak başlatılan “Arap Baharı”nın, ABD Başkanı Trump ile birlikte yeni bir aşamaya sokulduğu anlaşılmaktadır. Sanki dünya kamuoyu, 11 Eylül 2001 İkiz Kuleler provokasyonunda olduğu gibi yeni şok dalgaları ile bir şeye hazırlanmak istenmektedir.
Bu yazı serisinde,Şer İttifakının,özellikle,Siyo nizm,Büyük Ortadoğu coğrafyasında ki 22 ülke nin sınırlarının değiştirmek amacıyla “Kaostan kaynaklanan düzen”/“yaratıcı yıkım”/“düzeltici savaş” teorisi kapsamında küresel bir savaş çıkarmak istediği konusu,ele alınıp değerlendiril mektedir.
Dünya Hâkimiyeti: Tek Dünya Devleti,Tek Dünya Hükümeti,“Tek Dünya Güvenlik Örgütü”,“Tek Dünya Dini” ve “Tek Merkezi Dünya Ekonomisi”
Dünya hâkimiyeti için ABD,İngiltere,Vatikan, Uluslararası Sermaye,Siyonizm ve Çin bazen birlikte bazen birbirine karşı mücadele etmekte dir. Uzun zamandan beri ABD’de, Amerikan Milliyetçileri (WASP’çılar) ile Neocon-Siyonist İttifakı arasında çok ciddi bir kavga vardır ve bu, dünyanın her tarafına yansımaktadır.Onun için küresel satranç tahtasında çok değişken bir zeminin varolduğunu göz önüne almak gerek mektedir. Kimin elinin kimin cebinde olduğunun belli olmadığı, son derece karmaşık, karanlık ilişkiler zincirinin ortaya çıktığı, dost ve düşman tanımlamalarının anlık olarak değişebildiği/deği şebileceği göz ardı edilmemelidir. Bir konuda dost/müttefik olanlar, bir başka konuda birbirine düşman olabilmekte, müttefik olamamaktadır.
Dünya hâkimiyet mücadelesi veren güçlerin ana hedefleri, dünyanın kendi kontrollerinde,“tek bir merkezden” yönetilmesidir.“Tek bir dünya devle ti”, “tek bir dünya hükümeti” ve “tek bir dünya güvenlik örgütü”, “tek bir dünya dini” ve “tek merkezi dünya ekonomisi” oluşturma gayretin deler:
“Eğer insanlar savaşların aslında bir meslek olduğu gerçeğini ve savaşların Kaostan faydalan mak için suni olarak çıkarıldığını öğrenselerdi çok öfkelenirlerdi.Onların uyanma masında med yadaki yeryüzü efendilerinin de büyük yardımı oluyor... Kaostan menfaat sağlayanlar,yenidün ya düzenini oluşturacak “aydınlanmanın” (illumi nati) sonunda sosyal gücün,milliyet kavramının ortadan kalkacağı ve insan ırkının suni ihtiyaçla rından arınmış olarak mutlu ve tek bir aile gibi yaşadığı duruma geri dönülecek… İlluminati’nin kendi holdingleri hariç özel mülkiyete hiçbir şekil de izin verilmeyecek, milli kurumları,ekonomileri kötüleştirilerek geçirilecek... Milliyet kavramı yok edilecek... Tek para, tek anayasa ve tek devlet var olacaktır.”
Eski ABD Başkan Clinton’ın Çalışma Bakanı Robert Reich, bu politikayı şöyle özetlemektedir:
“Gelecek yüzyıl için siyaset ve ekonomimizi yeniden düzenlediğimiz bir geçiş dönemindeyiz. Gelecekte, ne ulusal ürün ve teknolojiler, ne ulusal şirketler, ne ulusal sanayiler olacak. Artık ulusal ekonomilerin olmayacağını anlamak zorundayız. Sınırlar, ekonomik açıdan iyice anlamsız hale geldi.”
Siyonist önderlere göre, insanlara, “kaosun nedeni” olarak, “farklı devlet, din ve milliyetlerin” var olması gösterilmelidir ve de gösterilecektir. Eğer, bütün devlet, din ve milliyetler ortadan kaldırılırsa, “karışıklık son bulmuş” olacaktır:
“Müstebit kralımızın tanınması, anayasanın ortadan kaldırılmasından evvel de olabilir.Bu tanıma anı gelince, idarecilerinin bizim tertip ettiğimiz düzensizlik ve becerisizliklerden tama men bıkmış olan halk gürültü ile bağıracaklar ki, ‘ onları yok edin ve bize bütün dünya üzerinde bizi birleştirecek ve anlaşmazlık sebeplerini- hudutlar, milliyetler, dinler, devlet borçları orta dan kaldıracak, bize idarecilerimizin ve mümes sillerimizin idareleri altında bulamadığımız sulh ve sükûnu verecek bir kral verin.”
“Fakat siz mükemmelen ve çok iyi bilirsiniz ki bütün milletler tarafından böyle isteklerin ifade edilmesi imkânını hâsıl etmek için;her memle kette halkın hükümetleri ile münasebetlerinde tamamen beşeriyeti tüketecek derecede çekiş meler, kin, mücadele, haset ile hatta işkence kullanarak, şiddetli açlık ile hastalık aşılayarak ve yokluk ile karışıklıklar meydana getirmek zaruridir. Şöyle ki Yahudi olmayanlar paraca ve her konuda bizim tam hâkimiyetimiz içinde sığınak bulmaktan başka kendilerine açık bir yol olmadığını görsünler. Fakat eğer biz dünya milletlerine nefes alacak bir mahal bırakırsak, özlediğimiz an belki de hiç gelmeyecektir.”
Dünya Hâkimiyeti ve “Kaostan Kaynaklanan Düzen”
Bu yapılanışın stratejisinin temel özelliği, “Kaos Teorisine” dayanmış olmasıdır. Bu teoride, her şey çatışmaya dayandırılmaktadır. İnsanların can, mal, namus güvenliği olmayacak tarzda meydana getirilecek bir çatışma ortamı, istenen kargaşayı sağlayacaktır. Komşuların, kabilelerin, aşiretlerin,etnik yapıların ve farklı inanç grupları nın birbirine düşman olduğu, çatıştığı, kimsenin önünü, çevresini, geleceğini göremediği ve irade sinin felç edilip direncinin kırıldığı ve çaresizlik içerisinde kıvrandığı bir kaos ortamı, bu şeytani mekanizmanın ana ilkesidir.Buna,‘Ordo Ab Cha o’(‘Kaostan Kaynaklanan Düzen’) adını vermek tedirler.
Kaos, zıtların çatışmasına dayanan bir teoridir: ‘Tez, Anti Tez, Çatışma ve Sentez’ düzleminde meydana getirilen bir kaos, dün işçi ve işveren çatışması üzerine kurulu iken; bu gün dinler, mezhepler, etnik yapılar ve medeniyetler üzerine oturtulmuştur. Büyük Ortadoğu coğrafyasında yaygınlaştırılmaya çalışılan etnik ve mezhepsel çatışmaların kökeninde,“Kaostan Düzene Geçiş” yaklaşımı yatmaktadır. Kaosun müsebbibi olarak din, mezhep ve milliyetler gösterilerek bütün din, mezhep ve milliyetlerin kaldırılması, küreselleş me adına istenmektedir.
Kaos yaklaşımının en önemli boyutu, son derece zıt fikirlerin ve bilgilerin kamuoyuna servis edilip, insanların ve ülke yönetimlerinin karar vermesi ne mani olmak, kafa karışıklığı meydana getirip gerçekleri görmesini, arkada kurulan tezgâhları fark etmesini engellemektir.
 ABD/İngiltere/Siyonizm-İsrail,küresel imparator luk için hedef aldığı ülkeleri, alt etnik ve mezhebi gruplara bölüp yeni uluslar oluşturmayı,bir stra teji olarak benimsemiştir.Geçmişte İngiltere’nin öncülüğünde yapılanlar,bugün ABD’nin öncülü ğünde yapılmak istenmektedir.Arkada Siyonizm vardır.Vaktiyle Afganistan’ın geleceğinde Ame rikan Politikası Koordinatörlüğü görevini üstle nen Richard Haass, Karışıklık adlı kitabında “yeni bir ulus inşa etmeyi”,işgal edilecek bölgeler de hâkimiyet kurabilmek için şart olarak görmek tedir:
“…Tek başına güç kullanımı, politik değişikler için yeterli değildir. Bu şekilde bir değişiklik için en etkili yol, değişik şekillerde karışıklık yarat maktır. ‘Ulus inşa etmek’ bu yollardan biridir. İlk önce tüm karşı çıkanları yok edeceksin ve daha sonra başka bir topluluk yaratma işiyle meşgul olacaksın.”  
Bu politika, önce Irak ve Afganistan’da,sonra “Arap Baharı” denilen 2.Nesil Kadife Darbe süre ciyle birlikte Ortadoğu’daki ülkelerde uygulama ya sokulmuştur.
2003 yılında ABD düşünce kuruluşlarından RAND Corporation tarafından hazırlanan ‘Sivil Demokratik İslâm:Ortaklar,Kaynaklar ve Strateji ler’ adlı raporda, ‘Türk İslâm’ı’, ‘Alman İslâm’ı’, ‘Arap İslâm’ı’, ‘Mısır İslâm’ı’, ‘Köktendinciler’, ‘Gelenekçiler’, ‘Modernist Müslümanlar’ ve ‘Ilımlı İslâm’ gibi kavramlaştırmalara gidilmesi, Büyük Ortadoğu coğrafyasında “yeni ulus inşasının” yanı sıra “yeni dinler”, “yeni mezhepler” inşa edilmek istendiği içindi.
Bugün,Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında 22 ülkenin hudutlarını değiştirebilmek için,Afganis tan-Pakistan hattında,Irak-Suriye-Filistin-Lübnan hattında, Katar-Yemen-Somalı-Sudan hattında ve Libya-Mali-Orta Afrika hattında yaşananlar, kaosun şuurlu bir şekilde yaygınlaştırılmak isten diğini ortaya koymaktadır:
“Kaos kasıtlı olarak yaratılıyor, bu suretle düzen ve kontrol sağlanabiliyordu. Kaosun korkunç yüzüyle karşılaşan halk, bir kurtarıcıya-Parlak zırhlı Şövalye- kaosu sona erdirmesi ve yeniden düzen sağlaması için, sadece yetki vermekten çok daha fazlasını yapmaya istekli oluyordu. Devrimci Kaos’un ardından illuminati’nin planını uygulayabilmek için fırsat doğmuş oluyordu”.
Büyük Ortadoğu Projesi Kapsamında Öngörülen Yeni Harita “2015 Yılına Doğru Küresel Trendler” Adlı ABD Raporu (2000)
Dünyanın tek süper gücü durumunda olan ABD, ekonomik alanda (2000’in başlarında) ciddi buna lım içerisinde bulunduğunun sinyallerini vermeye başlamıştı. Ekonomik analist Jim Griffin; “1997 yılındaki problem, başkalarının problemiydi ve bizim pantolonumuza kan sıçramıştı; ancak şim di kendi bileklerimizden kan kaybediyoruz. Bu krizin kökleri ABD’dedir. 1929 benzeri bir krizin yaşanması olasılığı çok da uzak değildir.” diyerek tehlikenin boyutlarına dikkat çekmiştir. Diğer taraftan dünyanın en büyük para speküla törü George Soros, krizden önce; ‘Dünyanın genel anlamda çift dipli bir ekonomik krize gireceği ve önümüzdeki yıllarda doların üçte bir oranında değer kaybedeceği,ABD ekonomisinde ve buna bağlı olarak dünya ekonomisinde bir krize doğru girildiğini’ belirtmiştir.
2000’in başlarında uluslararası piyasalarda dola şan 41 trilyon dolarlık sermaye, daha güvenli limanlar aramak üzere ABD’den kaçmaya başla mıştı.Bu durumu,Alman Dresdner Investmen Trust Genel Müdürü Wolfram Gerdes;“Artık ABD’nin yatırım için en iyi yer olmadığı hakkında ortak bir görüş hâkim” diyerek dile getirmişti.
‘2015 Yılına Doğru Küresel Trendler’ adlı ABD raporunda(2000);“ABD ekonomisi sürekli bir düşüşe maruz kalacak.Yeni küresel ekonominin en önemli itici gücü olan ABD ekonomisinde büyük ticaret açıkları ve düşük iç tasarruflar nedeniyle büyüme beklentilerine olan güvensi zlik diğer ülkeler içinde son derece zararlı ekono mik ve politik sonuçlara yol açabilir.Dünyanın en büyük pazarının daralması ile önemli ticari ortak ları(partnerleri) da sıkıntıya düşebilir ve finansal piyasalar derin istikrarsızlıklarla karşı karşıya kalabilir”denilerek, ABD ekonomisindeki düşü şün devam edeceği belirtilmektedir.
Raporda gelecek 15 yılda görülmesi muhtemel çeşitli etkilerin kombinasyonları değerlendirilmiş ve aşağıdaki ihtimallere yer verilmiştir:
“Birçok büyük Ortadoğu ülkesinde geniş toplum kesimlerinin hayat standardının bozulması ve İsrail ile Filistin arasında bir “soğuk barış” yapıla maması halinde Mısır,Ürdün ve Suudi Arabistan gibi ülkelerde ciddi, şiddetli siyasi karışıklıklar ortaya çıkacaktır.”
“Daha dağınık, serbest hareket eden uluslarara sı terörist örgütler, batı karşıtı hedefleri olan bir terörist koalisyon oluşturabilir ve WMD (Kitle İmha Silahları) elde edebilirler.”
“İran, Nijerya, İsrail ya da Suudi Arabistan gibi ABD’nin stratejik çıkarlarının bulunduğu ülkeler, ciddi dini ya da etnik bölünmeler ve krizlerle karşılaşabilir.”
“Büyüyen bir küreselleşme karşıtı hareket. Batılı hükümet ve işbirlikçilerin çıkarlarını tehdit eden güçlü, devamlı bir küresel ve kültürel güç halini alabilir.”
“Çin, Hindistan ve Rusya, ABD ve Batı etkisini dengelemek için fiilî (de facto) bir jeo-stratejik ittifak oluşturabilirler.”
“ABD- Avrupa ittifakı çökebilir ve her biri ayrı ticari yönelimler içine girebilir ve güvenlik konu larında liderlik için rekabet edebilirler.”
“Büyük Asya ülkeleri, bir Asya Para Fonu veya düşük bir ihtimalle bir Asya Ticaret Örgütü kurarak IMF(Uluslararası Para Fonu) ve WTO(Dünya Ticaret Örgütü) gibi kuruluşlara zarar verebilir.”
“Tarihinin, konumunun ve çıkarlarının gücüyle Türkiye kuzeyde Kafkasya ve Orta Asya ile, güneyde ve doğuda ise Suriye, Irak ve İran ile meşgul olacaktır. Türkiye, bu bölge ülkelerine yönelik tutarlı bir politika uygulayabilirse, tek başına herhangi bir konu ülkenin güvenlik gündemini işgal etmeye yetmeyecektir. Aksi takdirde Ankara, iç ve dış çatışmalara yönelik hangi politikaları uygulayacağı da dâhil, kitle imha silahlarının üretimi, enerji geçişlerinin siyasal ve ekonomik boyutları ve su hakları gibi bölgesel sorunlarla baş etmek durumunda kalacaktır.”
Raporun ‘Dört Alternatif Küresel Gelecek Senar yosu’ başlıklı kısmında, 2015’li yıllara ilişkin öngörülerde bulunulmaktadır. Rapor’da yer alan dört senaryoda, “…küreselleşmeden faydalana mayan ülkelerin, iç savaşlarla ve rejim tehlikele ri” ile karşı karşıya kalacakları yorumu yapılmak tadır. Özellikle, Alt-Sahra Afrika’sı, Ortadoğu, Orta ve Güney Asya ve And Bölgesindeki ülkele rin içinde ve etrafında iç çatışmalar meydana geleceği” öngörülmektedir.
ABD için en olumsuz senaryo ise Dördüncüsü “Kutupsuz bir Dünya Senaryosu”dur.Bu senaryo ya göre “ABD ekonomisi önce yavaşlayacak, sonra da durgunlaşacaktır.” “ABD’nin ulusal meşguliyeti artacak”, “Avrupa ile ekonomik ve siyasi gerilim artacak ve ABD- Avrupa ittifakı bitecektir”. Latin Amerika’da özellikle de Kolom biya, Küba, Meksika ve Panama gibi ülkelerde ortaya çıkacak hükümet krizleri nedeniyle “bölge sel istikrarsızlıklar yaşanacak ve ABD’nin bölge üzerine eğilmesi gerekecektir”. ”Çin’in Japonya ’ya nükleer programını Çin kontrolüne açması yönünde bir ültimatom vermesi ve Japonya'nın ABD’den yardım istemesi durumunda, büyük bir savaşın eşiğine kadar gelinebilecektir.”
ABD’nin gerileme ve çöküşe doğru seyreden bir bunalım dönemine(“iflasın eşiği”) girmesinin sebebi, “dünya paylaşımı için birlikte yola çıkan Küresel şirketlerin,Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da ki pazarın paylaşımından dolayı karşı karşıya gelip restleşmiş olmalarıdır”.Bu restleşme,Kapi talist mantığın doğal seyri olarak dünya, yeni bir paylaşım savaşına(3.Dünya/Küresel savaş) doğru sürüklenmektedir.
Woodrow Wilson,1.Cihan Savaşının bitiminden bir yıl sonra,“Söyleyin,modern dünyadaki sava şın gerçek nedeninin endüstriyel ve ticari reka bet olduğunu bilmeyen herhangi bir erkek, kadın ve hatta çocuk var mıdır?” derken kapitalist mantığın temel varsayımını açıklamış olmaktay dı.
Bu noktada ABD Başkanı Trump’ın, rekabet içerisinde olan ve fakat “ABD içinde yatırım yapmayan tüm küresel şirketlere ABD’nin yaptı rım uygulayacağını” söylemiş olması,“restleşme nin” boyutlarını göstermesi açısından çok önem lidir.
“ABD’nin Ulusal Güvenlik Stratejisi (2002) (Bush Doktrini)”
“Baba Bush”un zamanında (1992) Paul Wolfo witz’in başkanlığında savunma bölümü tarafın dan hazırlanan bir belgede, gelecekte ABD’nin karşısına çıkabilecek bir güce müsaade edilme yeceği belirtilmektedir:
“Stratejimiz şimdi, gelecekte potansiyel bir küre sel rakibin ortaya çıkışına meydan vermeyecek şekilde yeniden ayarlanmalıdır”.
17 Eylül 2002’de kabul edilen ve 20 Eylül 2002’ de kamuoyuna duyurulan “ABD’nin Ulusal Güvenlik Stratejisi (2002) (Bush Doktrini)” belge si ile ilgili olarak Kongrede yaptığı konuşmasın da Oğul Bush,10 yıl sonra, aynı amacı tekrarla mıştır:
“ABD, kendisi üzerinde, müttefikleri ya da dost ülkeler üzerinde kendi isteklerini gerçekleştirmek isteyen bir düşmandan gelen girişimleri alt ede cek güce sahip olmalıdır ve gelecekte de sahip olacaktır... Gücümüz, ABD’nin gücünü aşma ya da ona denk olma ümidiyle yeniden askeri yapı lanmaya giden potansiyel düşmanları caydıra cak kuvvette olmalıdır.”
“ABD Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi 2015”
 “ABD’nin 2015 Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi” önceki strateji belgeleri ve “2015 Yılına Doğru Küresel Trendler” adlı ABD Raporu(2000) üzeri ne inşa edilmiştir.Rapor;Giriş,Güvenlik,Refah, Değerler,Uluslararası Düzen ve Sonuç şeklinde 6 bölümden oluşmaktadır.
Raporun, “Kaostan Kaynaklanan Düzen” ile iili konularını ele alıp değerlendireceğiz.
ABD ve Liderlik:
Sovyetlerin yıkılmasından sonra“ABD’ye mey dan okuyabilecek bir gücün ortaya çıkmaması için ABD, her şeyi yapmalıdır” tarzındaki ana yaklaşım, “ABD Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi 2015’in omurgasını meydana getirmektedir. ABD’nin her alanda lider olması gerektiğine/ lider olduğuna özel vurgu yapılmaktadır:
“Evrensel değerler” ve “uluslararası hukuk çerçevesinde” “amaçlara dayalı liderlik etmek” (lead with purpose),“Girişimcilik ve güçlü Ameri kan ekonomisi ile Amerikan Ordusu’nun destek leyeceği” “güçlü liderlik İnşa etmek” (lead with strength),“Hukukun üstünlüğü, demokrasinin korunması gibi kriterlere” dayanan “örnek lider olmak” (lead by example),“Dünya barışı ve istikrar” için sorumluluğu paylaştırmayı öngören  “partnerlerle (ortaklarla) birlikte liderlik etmek” (lead with partners),“ABD’nin askeri, ekonomik, kültürel ve diğer tüm unsurları üzerine kurulu “bütün enstrümanlarla liderlik etmek” (lead with all the instruments of U.S.power),“Uluslararası düzlemde gücün değişken, göreceli ve dinamik bir olgu olmasından dolayı “uzun vadeli liderlik etmek” (lead with a long-term perspective).
Arkadan yöneterek liderlik yapmak (leading from behind)Bush Doktrininde olduğu gibi bu belgede de ABD, dünyada kendisine rakip tanımamakta dır.
Vekâlet Savaşları:
“Partnerlerle birlikte liderlik etmek” ve “arkadan yöneterek liderlik etmek” vekâlet savaşlarının ruhudur.Dolayısıyla ABD,küresel hâkimiyete giden yolu üzerinde engel gördüğü her şeyi, öncelikle vekâlet savaşlarını yöneterek,ortakla rını öne sürerek, kendisi arka planda kalarak yönetmek gibi bir strateji benimsemiştir.Belgede “Liyakatli ortaklarla birlikte liderlik edilecek”,“dün yanın birçok yerinde tek başına inisiyatif alınma yacak” ve “akıllı bir ulusal güvenlik stratejisinin sadece askeri güce dayanmadığının şuurunda olunacak”[21] denmesi, vekâlet savaşlarının öne çekileceği ve ABD’ye zararı minimum olacak tarzda yürütüleceği anlamına gelmektedir.
Keza belgede,“Ortadoğu’da ortaya çıkan IŞİD ve benzeri terör tehlikeleri karşısında orduyu küçült me ve arkadan yönetme stratejisi uygulamaya devam edilecektir.” "…Şiddet yanlısı aşırılığın ideolojisi ve temel nedenlerine karşı koymak için diğer ülkelerle birlikte çalışma çabalarımız,terö ristleri savaş alanından sökme kapasitemizden daha önemli olacaktır." denmesi,vekâlet savaşla rına ağırlık verileceği anlamına gelmektedir.
“Afrika kıtasında çatışmaların patlak vermesi halinde, Afrika Birliği gibi bölgesel kuruluşların operasyonel kapasitesini güçlendirmek ve Afrika Barış Gücü da dâhil olmak üzere, askerle katkı yapabilen ülkelerin saflarını genişletmek” şeklin deki ifadelerden, vekâlet savaşlarının dünyanın her yerinde uygulanmak istendiği sonucunu çıkarmak mümkündür.
ABD bu yaklaşımı ile yerli işbirlikçiler aracılığıyla hedef ülkeleri kaosa sürüklemek ve “kaostan kaynaklanan düzen teorisine” uygun olarak da bölerek, yeni devletler oluşturmak istemektedir.
ABD’nin bugün Suriye ve Irak’da PYD/YPG ve PKK’yı ortak seçmesinin sebebi, Irak ve Suriye ’yi minimum zararla, kendi menfaatleri istikame tinde rahatça bölebilmek ve bölgeyi kaosa sürük lemektir.
Kadife Darbeler:
“ABD ulusal güvenlik strateji belgesi 2015” kadi fe darbe açısından incelendiğinde,kadife darbe yapma amacının, satır aralarına mahirane bir şekilde gizlenmiş olduğu görülmektedir:
"Dünyadaki siyasi değişimi etkili bir biçimde yön lendirmek için ABD'nin değerlerini yurt içerisinde yaşatırken küresel olarak da bu değerleri geliştir mesi gerekiyor.Ortadoğu'dan Ukrayna'ya,Güney doğu Asya'dan Amerika'ya kadar, insanlar daha çok özgürlük ve sağlam kurumlar istiyor.Ancak bu istekler, kredisi tükenmiş otoriter devletlerin destekçileri tarafından aynı şekilde ters karşılık buluyor,bu da karışıklıklara neden oluyor.Son yıllarda güvenliğimize tehdit oluşturan bu çaba lar demokrasi karşıtı otoriter devletler tarafından yükseltilmiştir,Rusya'nın Ukrayna'daki saldırgan lığı ve Suriye iç savaşında IŞİD'in yükselmesi bunlar arasında."
“Mevcut değerlere saygılı olmayan ülkeler, ekonomik ve siyasal yaptırım mekanizmalarıyla cezalandırılacaktır.”…“Yeni doğan demokrasiler desteklenecektir.” (Kadife darbelerin dış destek boyutu)
“ABD değerlerini paylaşmayan ülkelerde, genç liderlerle ve STK’larla ilişki kurulacak; Hükümet, iş ve sivil toplum alanlardaki geleceğin liderleri”  belirlenecek ve “onların birbiriyle koordine olma sı sağlanacaktır…”  (Hedef ülkede Kadife Darbe için lider ve çatı örgüt inşa etme boyutu)
Belgede Kadife darbeler için öncelikle hedef gösterilen ülkeler, “halkalarına yardım yapılacak ülkeler” olarak isimleri zikredilmektedir:
“ABD hükümeti, Venezuela gibi demokrasinin tam ifasının risk altında olduğu ülkelerin yurttaş larının yanında yer alacak…”, “Küba halkının kendi geleceğini belirleme becerisini en etkin derecede arttıracak şekilde Küba'ya yönelik yeni açılımlar ilerletilecektir.”
Belgede, ayrıca ABD’nin,“Guatemala,Elsalvador, ve Honduras gibi savunmasız ülkelerle daha derin işbirliği yapacağı” ve“Haiti'nin ve “öteki Karayip komşularını yeniden inşasına/ sürdürüle bilir bir kalkınmasına yardım edeceği”bilgileri yer almaktadır.
Dolayısıyla ABD, bu stratejik öngörüleriyle, Orta Amerika,Kolombiya ve Karayipler’de Anti Ameri kancı,Rusya ve Çin dostu olan tüm ülke yönetim lerini, kadife darbeler zinciri ile devirmeyi arzu ettiğini ifade etmiş olmaktadır.
Küresel İttifak Sistemi Kurarak Rusya ve Çin’i Kuşatmak
Belgede yer alan ABD liderliği ile ilgili geniş spektrum göz önüne alındığında ABD, minimum zararla maksimum kâr elde etmeye çalışmakta dır.Tehlikeli gördüğü ve gelecekte kendisine meydan okuyacak üç ülkeyi,Rusya,Hindistan ve Çin,özellikle Rusya ve Çin’i,ittifaklar zinciri kura rak kuşatmayı ve küresel güç olmalarını engelle meyi,bölgelerindeki ihtilafları körükleyerek bölge lerine hapsetmeyi hedeflemektedir:
“Güçlü bir Avrupa; küresel güvenlik sorunlarını aşma,refahı teşvik etme ve uluslararası normları belirlemede bizim vazgeçilmez ortağımızdır. Balkanlar ve Doğu Avrupa'daki ülkelerin Avrupa ve Avrupa-Atlantik entegrasyonu arzularını karar lılıkla destekleyeceğiz,Türkiye ile olan ilişkilerim izi dönüştürmeye(transformation) devam edece ğiz ve Kafkasya'daki bölgesel ihtilafların çözümü nü teşvik ederken, bölgedeki ülkelerle bağlarımı zı geliştireceğiz."
“…Hindistan’ın kapasitesi,Çin’in yükselişi ve Rusya’nın saldırganlığı, bunların hepsinin, ana güç ilişkilerinin geleceğine önemli etkisi olacak.”
ABD, Rusya’yı kuşatmak amacıyla Balkanları, Kafkasları,Moldova ve Ukrayna’yı içine alacak şekilde NATO’nun genişletilmesini öngörmekte dir. Asya ülkeleri ile ilgili öngörülen şema ise “Çekirdek üyeler:Japonya,Güney Kore,Avustral ya;Çevresel üyeler:Filipinler,Tayland,Yeni Zelan da;Derinleşen ortaklıklar:Hindistan,Endonezya, Vietnam,Malezya.” şeklindedir.
Ortadoğu’da İsrail,Ürdün,Körfez krallıkları ile ittifak zinciri kurulurken;Afrika’da ortak Afrika Birliği,Latin Amerika’da  ana dayanak noktası, Kolombiya seçilmiştir.
Belgede,Afrika'ya hem askeri hem de ekonomik olarak çok özel bir ilgi gösterilmektedir. Ekonomik olarak ABD,“Afrika Büyüme ve Fırsat Eylemi'ni (AGOA),“Power Africa”,“Trade Africa” ve “Doing Business in Africa” girişimleri ile kıta üzerinde nüfuzunu sağlamlaştırmak ve Çin’in yayılmasını durdurmak istemektedir.
Asya Kıtasında ABD,Çin’i,“Güneydoğu Asya Devletleri Ortaklığı (ASEAN)” ile kuşatmak iste mektedir.ABD,daha önce “ulusal güvenliğinin temeli ve ülke dışındaki etkisinin kritik kaynağı” olarak tanımladığı “Dünya Bankası ve IMF'yi yeniden yapılandırarak, “BRICS Bank[(BRICS bank (New Development Bank/Yeni kalkınma Bankası): BRICS ülkelerinin (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika) ülkelerinin kurduğu kalkınma bankası).] ve Çin'in Asya Altyapı Yatırım Bankası gibi, Batı kontrolünde olmayan alternatif kuruluşların yükselişini” durdurmayı ön görmektedir. 
2015 Ulusal Strateji belgesinde ABD,Hindistan ’a çok özel önem vermekte, “Hindistan'la ilişki potansiyelinin kilidini açmak”,“stratejik ve ekono mik ortaklığını güçlendirmek",gelişen ve büyü yen yeni bir güç olarak Hindistan’ı,Rusya ve Çin’den kopararak yanına almak istemektedir.
ABD‘nin Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi 2015’ de en ilginç nokta,“Türkiye ile olan ilişkilerimizi dönüştürmeye devam edeceğiz” şeklinde tek bir cümle ile Türkiye’nin yer almış olmasıdır.Bu nok tanın üzerinde ayrıca özel olarak durulması gerekmektedir.
ABD,İflasını Durdurmak İçin                                                                                    Bölgesel Savaşlar Çıkartarak                                                                                                Dünya’yı Kaosa Sürüklemek İstiyor
II.Cihan Savaşı sonlanırken Başkan Roosevelt, ABD’nin güvenlik ve refahını garantileyecek politika ve kurumların tespit edilmesi görevini Dışişleri Bakanlığına vermişti. Dışişleri Bakanlığı ise istenen politikaları,üç ana noktada yoğunlaş tırmıştı: “1.Birleşmiş Milletlerin kurulması.2.Bret ton Woods dünya mali kurumlarının inşası.3. Yeterli petrol stoklarının temini”.Söz konusu kurumlar,ABD güvenliği ve refahı için kurulurken; gerekli petrol kaynağı için başkan Roosevelt, Şubat 1945 yılında Süveyş kanalında bir ABD savaş gemisinde Kral Abdülaziz Suud ile ‘Suudi petrolüne ayrıcalıklı erişim karşılığında Kralın ABD tarafından korunmasını’ sağlayan özel, gizli bir anlaşma yapmıştır.
Bu noktada Trump’ın, Suud ziyaretinde (Haziran 2017) yaptığı gizli anlaşma ile Roosevelt’in 1945 yılında yaptığı anlaşma arasında bir ilişki olduğu na dikkat edilmelidir.Nitekim ABD-Suud anlaşma sından sonra hem Suud Veliaht seçiminde bir değişim olmuş,hem Katar Krizi meydana gelmiş ve hem de ABD,Suud ve Katar ile ticari anlaşma lar yapmıştır. Trump’ın seçim kampanyasında “ABD’nin güvenlik nedeniyle yaptığı harcamala rı”, Körfez ülkelerine ödettireceğini vaad etmesi ve seçim sonrasında bunun bir kısmını haydutça gerçekleştirmiş olması,‘2015 Yılına Doğru Küresel Trendler’ adlı ABD Raporu kapsamında değerlendirilmelidir.
Diğer taraftan Raporda, 2015’lı yıllara doğru “IMF’nin ve Dünya Bankası’nın yeryüzündeki ekonomik liderliği yıkılabilir…” öngörüsü yer almaktadır. Bu, ABD’nin Roosevelt zamanından beri benimsediği temel stratejiye ters bir durum dur.1961 yılında Kennedy’nin hazırlattığı rapor da(Kennedy’nin bilim adamlarına sorduğu ‘Ben Amerikan halkının refahını yükseltmek ve aynı zamanda moralini daima yüksek tutabilmek için ne gibi tedbirler almalıyım’ sorusu üzerine 1,5 yılda hazırlanmış 800 sayfalık rapor), “Amerika’ nın refah seviyesini yükseltebilmesi için üretim ve tüketim şartlarının devamlı surette incelenme si lazımdır.Bunun için de Amerika’nın her on senede bir harbe girmesi gerekmektedir.” önerisinde bulunulmaktadır.
Bütün bunlardan çıkan sonuç,Amerikan halkının refah seviyesi,dökülen kanın seviyesi ile bağlan tılıdır.Amerikalı ne kadar kan dökerse, refah seviyesi o kadar yükselecektir.
11 Temmuz-Ağustos 2001’de Bush, Cheney ve enerji lobisinin ABD’nin enerji politikalarını belirleyen raporunda, dünya enerji kaynakları, bunların pazara nakli ve bunların ABD şirketlerin ce paylaşımının nasıl olacağı kararlaştırılmıştır. Bu rapora göre dünya altı enerji bölgesine ayrıl mıştır:
1. Cezayir, Birleşik Arap Emirlikleri,Suudi Ara bistan,Katar ve genel olarak Ortadoğu.
2. Hazar bölgesi, Hindistan ve Güney Asya.
3. Nijerya,Nijerya bağlantılı Nijer Deltası,Batı Afrika Boru Hattı.
4. Güneydoğu Asya.Açe,Borneo Adası,Burma, Spratly adası,Doğu Timor.
5. Çad ve Kamerun boru hattı.
6. Brezilya,Venezüella ve Kolombiya.”
Bu enerji havzalarını incelediğimizde,4.ve 6.mad delerdekiler hariç diğer 4 havza doğrudan veya dolaylı olarak İslâm coğrafyası ile alakalıdır.
‘2015 Yılına Doğru Küresel Trendler’ raporundan bir yıl sonra ve 11 Temmuz -Ağustos 2001 Bush, Chaney ve enerji lobisinin raporundan yaklaşık bir ay sonra, 11 Eylül 2001 tarihinde İkiz Kulele rin vurulması ve arkasından tüm İslâm coğrafya sının tehlikeli bölge ilân edilerek Afganistan ve Irak’ın işgal edilmesi, bir tesadüf değildir.
İslâm Coğrafyasında “Arap Baharı” olarak başla tılan 2.Nesil Kadife darbe süreci,“Kaostan kaynaklanan Düzen” (Yaratıcı savaş/Düzenleyici savaş) kapsamında başlatılmıştır.İslâm coğraf yası,“2015 Yılına Doğru Küresel Trendler” adlı ABD Raporunda(2000) öngörülen çerçevede vekâlet savaşları ile kan gölüne çevrilmiştir.
Bugün Türkiye-Libya-Mısır-Irak-Suriye-Katar-Yemen-Somali-Sudan düzlemindeki iç savaş ve/veya terör olayları ile ABD-İngiltere-Fransa-İspanya-Rusya ekseninde vuku bulan, terör görüntüsü verilmiş hesaplaşmalar, yukarıda ortaya konan belgeler çerçevesinde değerlendirilmelidir.
ABD Genelkurmay Başkanı Martin Dempsey, “ABD’nin Ulusal Askeri Stratejisi 2015” raporunu açıklarken kullandığı bazı ifadeler, bir “küresel kaos” hattâ bir “küresel savaş” öngörülerek belgenin hazırlandığı kanaatini oluşturmaktadır.
Belgenin “Uluslararası Düzen” bölümünde, “bugün halen devam eden uluslararası düzenin, ABD ve ona benzer değerleri savunan ülkeler tarafından 2.Dünya Savaşı sonrasında kuruldu ğu ve  ABD’nin bu alandaki sorumluluğunun daha fazla olduğuna” özel vurgu yapılmaktadır. Ayrıca belgede “Halbuki revizyonist bazı ülkele rin son dönemde sıklıkla dile getirmeye başladı ğı Birleşmiş Milletler’i yeniden yapılandırma görüşünün doğru olmadığı” ve “dünya ülkelerinin büyük çoğunluğunun Amerikan liderliği ve BM yapısı altında bu şekilde bir düzenle hayatlarına devam etmek istedikleri”, “Aksi halde ABD’nin uluslararası anlaşmalar ve sözleşmelere uygun hareketle, üzerine düşen sorumlulukları yerine getireceği, bu değerlere saygılı olmayan ülkele rin ekonomik ve siyasal yaptırım mekanizmala rıyla cezalandırılacağının”ifade edilmesi, çok açık bir tehdittir.
Belgede “komşularının bağımsızlığını tanımayan ve hedefine varmak için şiddet kullanmaya hazır …” “Rus askerilerinin Ukrayna’nın doğusunda ayrılıkçılar safında savaştığı” ifade edilerek Rus ya; “Asya-Pasifik bölgesinde gerilimlere neden olmakla” Çin suçlanmaktadır.Raporun bütünü ve satır aralarına mahirane yerleştirilmiş cümleler göz önüne alındığında, ABD’ye göre “kaosun üç ana kaynağı” olduğu görülmektedir):
“Mevcut Kurulu Dünya düzenini değiştirmek iste yen, “Revizyonist” olarak nitelenen güçler”; Çin, Rusya ve Türkiye.
2- “Ciddi güvenlik kaygılarına neden olan ülke ler”; İran ve Kore DHC (Kuzey Kore).
3-“Devlet-altı yapılanmalar, şiddete başvuran aşırı örgütler”.
ABD hegemonyasına karşı çıkan ve bu düzenin değiştirilmesi için sürekli eleştiren,Çin,Rusya, İran,Türkiye ve Kore DHC(Kuzey Kore),raporda “revizyonist ülkeler” olarak tanımlanıp tehlikeli düşman kategorisine konmuşlardır.Kurulu küre sel düzenin değişmesini istemek, savaş nedeni olarak kabul edilmekte ve “Revizyonist ülkelere” meydan okunmaktadır:
“Hiçbir büyük güç henüz ABD ile askeri bir çatış maya giremez;ama ABD’nin büyük güçlerden biriyle askeri çatışmaya girme riski artmaktadır.”
Bizzat Genelkurmay Başkanı Orgeneral Matin Dempsey’in,raporun tanıtımında,“ABD'nin büyük bir güçle düşük; fakat gittikçe büyüyen bir savaş ihtimalinin olduğu ve böyle bir çatışmanın muaz zam sonuçlar doğuracağına”vurgu yapmış olma sı,“Kaostan Kaynaklanan Düzen”/(“Yaratıcı Yıkım”/”Düzeltici Savaş”) teorisinin uygulanmak istendiği anlamına gelebilir. Geçen ayda ABD’nin Japon ve Güney Kore uçakları ile birlikte Asya Pasifikte yaptığı gövde gösterisine ve buna Çin’in cevabına, bu açıdan bakılmalıdır.Türkiye, bunu görmek,yeniden değerlendirmek,gerek içerde ve gerekse bölgede bütünleşmek zorun dadır.Türkiye, bu oyunu bozabilecek hem güce hem de imkâna sahiptir.
Kaynaklar:
Texe Mars,İllüminatı,Entrika Çemberi
Akfırat,A.,Özel Savaş Pentagon ve CIA
Varsden,V.,Siyon Liderlerinin Protokolleri,
Foster J.B.‘Emperyal Amerika ve Savaş
Can.,B.,“21.Yüzyıl Haçlı Savaşlarında yeni Bir Tuzak: Ilımlı İslâm Cumhuriyeti”

Kemalist Kalkınma

“Çin mucizesini”yaratan 1878 yenileşmesinin uy guladığı kalkınma yöntemiyle,Türkiye‟de 1923 -1938 arasında uygulanan yöntem arasında bü yük bir benzerlik vardır.Devletçiliğin belirleyici ol duğu,özel girişime yer ve destek veren,yabancı sermayeyi denetleyerek kabul eden,sosyal piya sa ekonomisi denilen karma ekonomi,Türkiye ‟de Çin‟den yarım yüzyıl önce bulunmuş ve uygu lanmıştı.
Birinci Dünya Savaşından sonra,dünyanın he men her yerinde,bölgesel yada uluslararası geri lim ve çatışmalar yaşanırken;Türkiye‟de,barış ve bağımsızlık temeli üzerinde yeni bir devlet kurulu yor;toplumsal yapı,sıradışı bir hızla ileriye doğru değiştiriliyordu.Tarihsel özel likler,yerel gelenekler ve bölgesel dengeler gözetilerek;yabancılaşma dan,benzemeye çalış madan ve bağımlı hale gel meden,yoksulluktan kurtulma nın,kalkınıp güçlen menin yol ve yöntemleri araştırılıyor,tartışılıyor ve uygulanıyordu.Ulusal bağımsızlığını elde e den yoksul bir yarı sö mürge ülke,bağımsızlığını koruyarak nasıl kalkınabilir,nasıl gelişkin bir top lum haline gelebilir di? Bu amaç için,izlenmesi gereken yol ne olmalıydı?
1923‟ün dünyasında görünüm şuydu:Bir yanda sömürge sahibi büyük emperyalist ülkeler, diğer yanda yoksul,sömürge ve yarı sömürge ülkeler ve diğer bir yanda ise;kendisine bam başka bir kurtuluş yolu çizen,yeni Sovyetler Birliği Sömür gelerde toplumsal kalkınma yönün de yararlanıla cak herhangi bir örnek sözkonusu değildi.
Tersine,ulusal bağımsızlığa yönelme ve anti-em peryalist mücadele konusunda onlara örnek olun muştu.Batı,örnek alınabilirdi.Ancak,ekonomikyapı,Batının kapitalist gelişimine hiç uygun değildi.Batılılar,beş yüz yıl önce başladıkları gelişimleri ni,sömürgecilikten geçire rek Emperyalizme ulaş tırmışlar,dünyayı paylaşarak ana vatanlarına bü yük bir zenginlik taşımışlardı. Emperyalist ilişkilerin geçerli olduğu,dünyanın büyük güçlerce pay laşıldığı bir ortamda,Batı libe ralizmiyle kalkınıp güçlenmek artık olası değildi.Liberalizm ömrünü doldur muş,serbest ticaret işleyişi sona ermişti.Dünya ekonomisine artık tekelcilik egemendi.Buna karşın,Türki ye‟de ser maye birikimi oluşma mış,endüstriyel üretim baş lamamış,işçi ve işve ren sınıfları ortaya çıkmamıştı.Liberalizm,geçerli kalkınma yöntemi olamazdı.
Rusya‟da, sosyal gelişimin doğal sonuçlarına de ğil,savaşın özel koşullarına dayanan bir devrim ortaya çıkmış ve toplumsal yapıyla örtüşme yen “sosyalist” bir uygulamaya girişilmiş ti.Rusya,Çarlık yönetiminde,ekonomik olarak yarı- sömürge bir ülkeydi.Feodal,hatta feoda lizm önce si üretim ilişkileri toplumda varlığını sürdürüyordu.Rusya,büyük bir köylü ülkesiy di.Bu yanıyla Türk toplumuna belki biraz benziyordu.Toplam nüfusuna oranla küçük bir işçi sınıfına sahip olması,bu benzerliği ortadan kaldırmıyordu.Rus Devrimi,bütün dünyada,hatta Batı ülke lerinde bile,önemli bir etki yaratmış,sömürge halkları ve Batı‟daki işçi sınıfının ör gütlü kesimleri için bir umut haline gelmişti.İzlenmesi gereken yol,belki bu yoldu.Zaten bili nen başka bir kalkınma „yolu‟ da yoktu.
Mustafa Kemal,her iki yolu da Türkiye için uygun görmedi.Toplumsal yapıyla çelişmeyen, ülke gerçeklerine uygun ve dünyayla bütünleşen,yeni bir kalkınma yöntemi bulunmalı,bu yöntem hızla uy gulanarak Batı‟yla ara kapatılmalıydı.Türk toplumuna acı veren yoksulluk ve gerilik ten,“kimseye muhtaç olmadan” hızla kurtulmanın yol ve yönte mi ne olabilirdi? Bu yöntem nasıl uygulanabilir,nasıl başarılı olunabilirdi? Bu tür bir girişimin ba şarı şansı var mıydı? Varsa,neye ve kime dayanı lacaktı?
Bu yolu buldu ve uyguladı;ulusal bağımsızlığına kavuşan,geri kalmış bir ülkenin nasıl kaklı nabileceğini gösteren,yeni bir yöntem ortaya çıkardı.Özel girişimciliğe yer veren,ancak kapi talist olma yan;devletçiliği öne çıkaran,ancak sosyalist olmayan yada her ikiside olan bir ekonomik kalkın ma modeli geliştirilip uyguladı.Kurtuluş Savaşı‟n da olduğu gibi, halkına,
124
kendi gücüne ve ülke kay naklarına dayalı,ulusal bağımsızlıktan ödün ver meyen bir kalkın ma yolu izledi.
Tümüyle Türkiye‟ye özgü olan kalkınma yönte minin temelinde devletçilik vardı ve devlet çilik konusunda,çok sayıda açıklama yaptı.Türkiye‟nin toplumsal yapısını incelerken,konuyu evren sel boyutta değerlendirdi ve her toplum da geçerli olabilecek özellikler ortaya çıkardı. “Bilim,toplumların büyüklüğünün sırlarını insanlara açmıştır;bu sır,insanların birbirine olan bağ larıdır” diyerek,“bağlılık-solidarité”(toplumsal daya nışma ) kavramına özel önem verdi; “doğal,toplumsal ve ekonomik (tabii,içtimai ve iktisadi)” iliş kiler olarak tanımladığı bağlılık‟ ın,günceli olduğu kadar geçmişide ilgilendiren bir olgu olduğunu ileri sürdü.Eşitlikçi anlayışıy la,“eğer bir yerde,in sanın insana karşı bir borcu varsa,bütün borçlar gibi bununda ödenme si gerekir”dedi ve gelişme isteğini,insanlar arasında eşitlik sağlama amacıyla bütünleştir di.Türk toplumunun paylaşımcı yapı sına oturttuğu kalkınma programı,yalnızca ulusal değil, evrensel boyutlu ve son dere ce insancıldı.
Ona göre;“gelişmenin amacı, insanları birbirine benzetmektir.”Oysa,“insanlar birbirine bağlı ve birbirine yardımcı oldukları halde,geçmişin ve gü nümüzün nimetlerinden aynı ölçüde yararla na mamış ve yararlanamamaktadır.”Buna karşın,“dünya birliğe doğru yürümektedir; insanlar ara sında sınıf,derece,ahlak,giyim kuşam,dil,ölçü farkı giderek azalmaktadır. Tarih,yaşam kav gası nın;ırk,din,kültür (hars) ve eğitim yabancılaşma ları arasında olduğu nu gösterir...Düşünce olarak aldığımız bağlılık (solidarité) kuramının gerekle rini,uygulama da,toplumsal kazanımlar (içtimai teminler)adı altında toplamak mümkündür.
Bu toplumsal kazanımlara,devlet sosyalistliğine yak laşarak varılabilir.Bu yol,kanun yoludur .Örneğin; İş kanunu,şehirlerin ve işyerlerinin sağlık koruma kanunu,bulaşıcı hastalıklara kar şı koruma kanu nu,işçilerin yaşlılık ve kazalara karşı sigorta ka nunu,hasta ve yoksul yaşlıla ra zorunlu yardım kanunu,çiftçi sandıkları kanunu,ucuz konut yapılması kanunu,okullarda, öğren cilerin yararlanaca ğı kooperatif açılması,bu gibi kuruluşlara devlet bütçesinden yar dım.Bu ve buna benzer konular için yasalar çıkarılır ve uygulanır.Bağlılık kuramı bu toplum sal önlemlerle sağlanmış olur...
Başkasına yapılan iyilik, bize de iyiliktir;başkası na olan kötülük,bizede kötülüktür.Bu neden le iyi liği sevmek,kötülükten kaçınmak gerekir.Yaptığımız işler,çevremizde sevinçler yada acılar halinde yankılar uyandırır.Bu durum bize bir vic dan görevi yükler.Bağlılık,bizi başka ları için hoş görülü yapar.Çünkü,başkalarının kusurları,genel likle,bizimde istemeyerek suç lu olduğumuzu gös terir.Sonuç olarak,bağlılık,„herkes kendi için‟ yeri ne,„herkes herkes için‟ düşüncesi ni koyar.Bu düşünce;toplumsaldır,millîdir,geniş ve yüksek anlamıyla insanîdir.”
Kalkınma yöntemi konusunda yaptığı saptama ve uygulamalar,ekonomi dahil,geniş bir araş tırmanın ve kültürel birikimin ürünüydü.Türk tarihini olduğu kadar Batı tarihini de incelemişti. Toplumsal gelişimin bağlı olduğu evrensel kural ların,Türk toplumuna uyarlanmasında yük sek yetenek gösteriyor;bilimsel ve özgün uygulama yöntemleri geliştiriyordu.Büyük başarı sağla yan Kemalist Kalkınma Yöntemi,bu yeteneğin ürünüydü.
Batı emperyalizmi ve onun alt evresi kapitalist sömürgecilik,kapitalist uluslaşmanında tarihi ni oluşturan 400 yıllık bir dönemi kapsar.Bu döne min başında ise,Batı Avrupa ülkelerinin geliş me lerini borçlu oldukları,ekonomik ulusçuluk yada devletçilik anlamına gelen merkan tilizm vardır.Sanayileşen ülkelerde,geçmişte deliksiz olarak uygulanan merkantilist sistem; devletçi lik,koru macılık,sanayicilik ve ulusçuluk üzerinde yükse len bir uygulamalar bütü nüydü ve Batılı devletler,merkantilist devletçilikle uluslaşıp gelişmişlerdi.
Denizaşırı ülkelere ulaşarak sömürge elde eden Avrupalılar,anavatanlarına taşıdıkları ser vetle,büyük boyutlu bir sermaye birikimi sağlamışlardı.Kapitalist gelişmenin itici gücü,sömür geler den taşınan bu birikimdi.Sermaye birikimi kapitalist üretimi,kapitalist üretimde serma
125
ye biriki mini ge liştirdi.Üretilen mallar,önce her ülkenin kendi ulu sal pazarına,daha sonra ulusal pazar aracılığıy la sömürgelere sunuldu.Ulusal pazarla sömürge ler,gümrük duvarları ve ordularla, ekonomik-askeri koruma altına alındı.Batı‟da görülen kapita list uluslaşma böy le oluştu.Birbirine bağlı,ikili ters bir süreç olarak;sömürgeci ülkeler uluslaşırken,sömür ge ülkeler ulusal değerlerini yitirdiler.
Sömürge ve yarı-sömürgelerde,gelir kaynaklarına el konulması,üretime yönlendirilecek ser ma ye birikiminin oluşmasına izin vermiyordu.Sömürge halklarının içine düştüğü açmaz;üre timsizliği,yoksulluğu ve geriliği doğuruyordu.
Üretip satacağı malı olmadığı için,pazar‟a gerek sinimi olmuyor,pazar‟a gereksinimi olmadı ğı için de ulusal bir pazar oluşmuyordu.Bu durumun do ğal sonucu ise,sömürge toplumları nın uluslaşa maması oluyordu.
Osmanlı‟da Durum
Osmanlı İmparatorluğu,Birinci Dünya savaşı so nuna dek askeri işgal altına alınamamıştı; görü nüşte bağımsız bir siyasi yapıya sahipti.Ancak,Tanzimat uygulamalarıyla,Batılılaşma adına gerçekte bir yarı sömürge haline getirilmişti.Ağır borç yükü altında eziliyor,kendi kararını ken di veremiyordu.Üretimi yok olduğu için,ulusal sa nayi gelişmiyor,buna bağlı olarak,ulusal pazar ve ulus devlet yapılanması oluşmuyordu.Osmanlı İmparatorluğu,askeri değil,siyasi ve ekonomik işgal altına alınmıştı.Bu örtülü işgal,onun yıkıl masına neden olmuştu.
Türkiye için saptanacak kalkınma yöntemi;Osmanlı İmparatorluğu‟nun düştüğü duruma izin vermemeli,her alanda tam bağımsızlığı temel almalı ve Türk toplumunun özelliklerine uygun olmalıydı.Başkasından yardım umma yanlışına düşülmemeli;gerçekçi,korumacı ve kendi gü cüne dayalı olmalıydı.Kamu gücünü,kişisel girişim ser bestliğiyle birlikte güçlendirmeli,eko nomik gelişmeyi sürekliliği olan,planlanmış bir düzen haline getirmeliydi.Başka ülkelerdeki uygula malardan yararlanılmalı,ancak öykünmeci (taklitçi) yakla şımlardan kaçınılmalıydı.
Ne liberalizm ne de kollektivizmin belirleyici oldu ğu,özgün bir modeli uygulayıp yaşatmak mümkünmüydü? Bu yol,geniş köylü yığınlarının ve ulusal ekonominin gücünü arttırıp,toplum sal iler lemeyi sağlayabilir miydi? Hem “sağdan” hem “soldan” bu soruya olumsuz yanıtlar geldi.Ancak,bu yöntemi kararlılıkla uyguladı ve şaşırtıcı başarılar elde etti.Uygulamalar,ben zer konum daki birçok ülkeyi,değişik oranlarda etkiledi.
Ekonomik kalkınmayı gerçekleştirmenin,en az askeri savaş kadar,hatta ondan daha güç bir iş olduğunu biliyordu.Kitlelerin örgütsüz ve yoksulluk içinde bulunması;kalkınma için gerekli olan mali kaynak,bilgi birikimi,yetişmiş kadro ve donanımın olmaması,seçilen yoldaki bilinçli kararlı lığını etkilemedi.Girişilen mücadeleyle,sosyal ve ekonomik alanda,toplumsal ilerleme yi sağla yan sıra dışı değişim ve dönüşümler gerçekleştirildi.Ulusal Kurtuluş Savaş‟ında ol duğu gibi,az geliş miş dünya uluslarının,bağımsızlıklarına kavuştuk larında kalkınmak için izleyecekleri yol konusun dada,evrensel bir örnek oluşturuldu.Türk Devrimi,dünyanın emper yalist devletler tara fından pay laşıldığı ve aralarındaki pazar çatışmalarının aralıksız sürdü ğü bir dünyada,ulusal bağımsızlığın korunarak nasıl kalkınılacağını gösteren,ilk uygulama oldu.
Uygulamanın başarılı olup olmadığını belirleye cek en iyi ölçüt elbette,gerçekleştirilen sos yal ve ekonomik dönüşümlerin somut sonuçlarıdır.
Yapılan işlerin tarihsel ve sosyal anlamını;kendi si şu sözlerle dile getirmişti.“Biz büyük bir devri mi gerçekleştirdik.Ülkeyi bir çağdan alıp yeni bir çağa götürdük.Birçok eskimiş kurumu yıktık”ya da;“Uçurumun kenarında yıkık bir ülke.Her çeşit düşmanla kanlı boğuşmalar.
126
Yıllarca süren sa vaş.Ondan sonra içerde ve dışarıda saygı ile tanınan yeni bir vatan,yeni toplum,yeni devlet ve bunları başarmak için sürekli devrimler.”
Atatürk Döneminde Kurulan Fabrikalar
Mustafa Kemal Atatürk,Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş aşamasında 15 yıl gibi kısa bir süre de kurduğu çok sayıda fabrika,kurum ve kuruluşlar la ülkemizin hızla büyümesini ve sağlam temeller üzerine oturmasını sağlamıştır.Nitekim tarımda,sanayide,ekonomide,sağlıkta,eği timde, ulaşımda ve savunma sanayinde muasır ülkelerin gerisinde kalmış olan,neredeyse %96‟sı okuma yazma bilmeyen ve işgal altında kalan Osmanlı Devletinin Birinci Dünya Sa vaşı sonra sı enkazın dan Türkiye Cumhuriyetinin kurulmasını ve kısa bir sürede birçok a landa yaptığı yeniliklerle ülke mizin büyük bir atılım yapmasını sağlamıştır.Türkiye Cumhu riyetinin liderliğini yaptığı dönem de kurulan kurum,kuruluş ve fabrikalarla dışa bağımlı bir politikadan uzak dur muş ve ülkenin kendi ihtiyaçlarını karşılayacak düzeyde gelişmesini planlamıştır.
Mustafa Kemal Atatürk;“Tam bağımsızlık denil diği zaman,elbette siyasi,mali,iktisadi,adli, askeri,kültürel ve benzeri her hususta tam bağımsızlık ve tam serbestlik demektir.Bu say dıklarımın herhangi birinde bağımsızlıktan mahrumiyet,millet ve memleketin gerçek mana sında bütün bağımsızlığından mahrumiyet demektir.”
Cumhuriyet döneminde Atatürk önderliğinde,kömür,çimento,şeker,pamuk,elektrik,uçak,ipek ve deri fabrikaları kuruldu.Dönemin sloganı;“Dışarıdan aldıklarımızı şimdi kendimiz yapıyo ruz.”
Atatürk Döneminde Kurulan Fabrikalar
1. Ankara Fişek Fabrikası (1924)
2. Gölcük Tersanesi (1924)
3. Şakir Zümre Fabrikası (1925)
4. Eskişehir Hava Tamirhanesi (1925)
5. Alpullu Şeker Fabrikası (1926)
6. Uşak Şeker Fabrikası (1926)
7. Kırıkkale Mühimmat Fabrikası (1926)
8. Bünyan Dokuma Fabrikası (1927)
9. Eskişehir Kiremit Fabrikası (1927)
10. Kırıkkale Elektrik Santrali ve Çelik Fabrikası (1928)
11. Ankara Çimento Fabrikası (1928)
12. Ankara Havagazı Fabrikası (1929)
13. İstanbul Otomobil Montaj Fabrikası (1929)
14. Kayaş Kapsül Fabrikası (1930)
15. Nuri Killigil Tabanca, Havan ve Mühimmat Fabrikası (1930)
16. Kırıkkale elektrik santrali ve çelik fabrikası (1931)
17. Eskişehir Şeker Fabrikası (1934)
18. Turhal Şeker Fabrikaları (1934)
19. Konya Ereğli Bez Fabrikası(1934)
127
20. Bakırköy Bez Fabrikası (1934)
21. Bursa Süt Fabrikası (1934)
22. İzmit Paşabahçe Şişe ve Cam Fabrikası (1934)
23. Zonguldak Antrasit Fabrikası (1934)
24. Zonguldak Kömür Yıkama Fabrikası (1934)
25. Keçiborlu Kükürt Fabrikası (1934)
26. Isparta Gül Yağı Fabrikası (1934)
27. Ankara, Konya, Eskişehir ve Sivas Buğday Siloları (1934)
28. Paşabahçe Şişe ve Cam Fabrikası (1935)
29. Kayseri Bez Fabrikası (1934)
30. Nazilli Basma Fabrikası (1935)
31. Bursa Merinos Fabrikası (1935)
32. Gemlik Suni İpek Fabrikası (1935)
33. Keçiborlu Kükürt Fabrikası (1935)
34. Ankara Çubuk Barajı (1936)
35. Zonguldak Taş Kömür Fabrikası (1935)
36. Barut, Tüfek ve Top Fabrikası (1936)
37. Nuri Demirağ Uçak Fabrikası (1936 – İlk türk uçağı nud-36 üretildi)
38. Malatya Sigara Fabrikası (1936)
39. Bitlis Sigara Fabrikası (1936)
40. Malatya Bez Fabrikası (1937)
41. İzmit Kağıt ve Karton Fabrikası (1934)
42. Karabük Demir Çelik Fabrikası (1937)
43. Divriği Demir Ocakları (1938)
44. İzmir Klor Fabrikası (1938)
45. Sivas Çimento Fabrikası (1938)
Bu fabrikalar sayesinde 1929-1938 yılları arasın da ağır sanayi üretimi %152 artarken top lam sanayi üretimi %80 artmıştır.Kömürde %100 krom da %600,diğer madenlerde%200 artış olur ken demir üretimi 0‟dan 180.000 tona çıkmış ve şeker üretimi 200 misli artmıştır.
1926 yılında başlayan şeker üretimi 1927-1930 arasında 5162 tondan 95.192 tona çıkmış tır.Tekstil sanayi ülkenin tekstil ihtiyacının %80‟ini karşılar duruma gelmiştir.Tekstil ürünleri itha latı 1927 yılında 51.000.000 Türk lirası iken bu rakam 1939 yılında 11.900.000 Türk lirasına düşmüştür.
1924-1929 arasında pamuk ürünleri üretimi 70 tondan 3773 tona,yün 400 tondan 763 tona, ipek 2 tondan 31 tona çıkmıştır.
Bunlara ilave olarak ülkenin tarım alanındaki ihti yaçlarını karşılamak amacıyla Ziraat Okulları ve Yüksek Ziraat Enstitüsü,havacılık sporlarının yü rütülmesi ve havacılığın
128
geliştirilmesi ama cıyla Türk Kuşu,ticareti canlandırmak amacıyla Ulus lararası İzmir Fuarı, Sağlık ve Sosyal Yardım Ba kanlığı,Merkez Bankası,Halkevleri,Devlet İstatistik Enstitüsü, Demiryolları ve Liman lar Genel Mü dürlüğü,Çocuk Esirgeme Kurumu (Himaye-i Eftal Cemi yeti) gibi çok sayıda kurum ve kuruluş Ata türk‟ün öncülüğünde kurulmuştur.
Tüm bunlar Türkiye Cumhuriyetinin ilk 15 yılında gerçekleştirilmiş ve devletimiz için sağlam bir temel kurulmuştur.Tüm bu gelişmelere paralel olarak Osmanlı Devletinin borçlarının bir kısmı da tüm zorluklara rağmen bu dönemde ödenmiştir.
1928 yılında Paris‟te düzenlenen konferansta Türkiye Cumhuriyeti sınırları dışında kalan ve Osmanlı Devletinden ayrılan veya toprak elde eden diğer ülkeler(İtalya,Arnavutluk,Bulgaris tan,Yunanistan,Yugoslavya,Suriye,Filistin,Ürdün,Irak,Necit,Hicaz,Asir,Yemen,Maan) arasın da Osmanlı Devleti dış borçlarının paylaştırılması sağlanmıştır.
1923 yılında kurulan Türkiye Cumhuriyeti,Os manlı Devleti‟nin dış borçlarından payına düşe ni,taksitlerini aksatmadan ödeyerek,1954 yılına ka dar tasfiye etmiştir.Cumhuriyet dönemin de, dev letin kendi gelirleri ve maliyesi,ülkenin ticari ve sanayi etkinlikleri üzerinde kayıtsız ve ko şulsuz egemenliğini sağlamış,bağımsız ve milli bir eko nomi benimsenmiştir.
Cumhuriyetin Eğitim Devrimi
Cumhuriyet kurulurken,nüfusun %8/0 i köylerde yaşıyordu. 40.000 köyün 35.000 inde okul yoktu.
Cumhuriyetin eğitim devrimi her şeyden önce yaygın cehaleti önlemeyi amaçlıyordu. Bunun için okula ve öğretmene ihtiyaç vardı.Ancak Osmanlı‟dan Cumhuriyet‟e geçilir ken Türkiye‟de ne yeterli okul nede yeterli öğretmen vardı.
Cumhuriyeti kuranlar aydınlanma savaşını en alttan,köylerden başlattılar.on binlerce okulsuz köye ilkokul yapmak ve öğretmen göndermek için kolları sıvadı.
Köy Muallim Mektepleri;Köy Eğitmen Kursları
Milli Eğitim Bakanı Mustafa Necati; 1927-1928 Eğitim Öğretim yılında Kayseri ve Denizli‟de üçer yıl öğretim süreli iki ”Köy Muallim Mektebi” açtı.Bunlar köy öğretmeni yetiştiren ilk kurumlardı.Daha sonra Eğitmen kursları açıldı.
1940‟ta açılan Köy Enstitülerinin alt yapısı bu kurslarla oluşturulmuştu.
Türkiye‟de Öğretmen ve paralelinde öğrenci artış hızı 1950 yılına kadar sürdü. Okullaşma oranı erkeklerde % 41 den % 81 e kızlarda ise %23 tem % 54 e yükseldi.
1950-1955 döneminde belirgin bir biçimde okullaşma oranı azaldı. Demokrat Parti döneminde,köylü vatandaşlar ilköğretimden daha az yararlandı.
Yani Osmanlı‟da kendi kaderine terk edilen köylüye Cumhuriyet sahip çıktı.Köy Ensti tüleri projesiyle tarihimizde ilk kez köyleri,öğretmenler şekillendirmeye başladı.Fakat okur-yazar,soran,sorgulayan,okuan köylü birilerini rahatsız etti.Önce Köy Enstitüleri, sonrada köy okulları kapatıldı.
Cumhuriyetin bir Eğitim devrimi de böyle yok edildi.
Ziraat Ders ve Çalışmaları:
Ziraat ders ve çalışmaları ile teknik ders ve çalışmaların içerikleri tablodaki gibidir:
Tarla Ziraatı,Bahçe Ziraatı,Sanayi Bitkileri Ziraatı ve Sınai Sanatlar,Kümes Hayvancılığı,Arıcılık ve İpekböcekçiliği,Balıkçılık Mahsulleri
Teknik Ders ve Çalışmaları:
129
Köy Demirciliği(Nalbantlık),Köy Dülgerliği(Marangozluk),Köy Yapıcılığı,Tuğlacılık ve Kiremitcilik,Kızlar İçin Köy El Sanatları(Biçki Dikiş,Örgücülük),
Aynı Zamanda “Köye Önder” Yetiştiriliyordu
Türkiye coğrafyasına dengeli bir şekilde dağıtılmaya çalışılan Köy Enstitülerinin sayısı 1948 yılı itibariyle 21‟dir. Köy Enstitüleri 1954 yılına kadar yaklaşık 20 bin kadar öğretmen (1400 kadarı kız), 1599 erkek sağlık memuru yetiştirmiştir. Bu yetişen kişiler aynı zamanda gittik leri yerlerde birer köy önderi olmuştur. Bu köy önderleri öğrencilerini en iyi şekilde eğitmekle görevliydi. Diğer taraftan da köy halkını yetiştirmekle ilgili görevleri vardı. Öğretmen köyde hükümeti de temsil ediyordu. Köyde ekonomik hayatı, milli kültürü geliştirmek, köydeki gençleri spora vb. alanlara teşvik etmek gibi görevleri de vardı.
1923 Yılında toplanan İzmir İktisat Kongresinde Atatürk “İstiyorum ki topraksız köylü kalmasın” diyordu.
İşte Köylüyü topraklandırma projesine paralel olarak planlanan eğitim (köy öğretmeni) Köy Enstitüleri projesi kalkınmayı Osmanlının kendi kaderine terk etmiş olduğu köylü den başlatmak planlanıyordu.
Köylerde Osmanlı döneminde gelişmiş aşiret ve ağalık sistemini zayıflatacak olan bu sistemle büyük toprak sahiplerinin bir kısım toprağı kamulaştırılarak ve topraksız köy lüye dağıtılması öngörülüyordu.
Köy Enstitülerinde yetişen Köy Öğretmenleri vasıtasıyla köylü bilinçlendirilerek,köy öğretmeninin rehberliğinde modern çiftçilik yapacak.Böylece köylünün hem eğitim seviyesi yükselirken ekonomik yönden de güçlenecekti.
Bada her yönüyle zengin bir toplum inşasını sağlamış olacaktı.
Ancak ne var ki İkinci Dünya savaşının olumsuz koşulları ve durgunluk sürecinde Türkiye Büyük Millet Meclisine gelen Köylüyü topraklandırma yasasına ; Adnan Menderes;Celal Bayar,Fuat Köprülü,Refik Koraltan gibi toprak ağaları başta olmak üzere çok şiddetli karşı muhalefet sergileyerek; Cumhuriyet Halk Partisinden ayrılıp Demokrat Partiyi kurarak Cumhuriyet Halk Partisi ve İsmet İnönü,bir anlamda da bu fikri ortaya atan Atatürk hakkında yalan propaganda yayarak,bunun yanında Osmanlı döneminde köylü üzerinde hakimiyeti olan köy imamlarını da kullanmak suretiyle ilk kez Din Siyasete alet edilip(Siyasal İslam)‟ı kullanmak suretiyle 1950‟ de tek başına iktidar olduktan sonra gerek Çiftçiyi Topraklandırma yasasını yürürlükten kaldırmış gerekse Köy Enstitülerini kapatarak Cumhuriyetin en önemli projesini yok etmelerinin sonucu olarak Türkiye 40 yıldan beri terör belasının kıskacından kurtulamamaktadır.
Yine o gün Demokrat Partinin Cumhuriyet Aydınlanmasına karşı başlatmış olduğu o saldırı 2002 yılından sonra AKP ile devam etmiş ve Türk Çiftçisinin eli kolu bağlanırken Köy okulları kapatılarak;köyler Osmanlı‟da olduğu gibi köy imamlarına terk edilmişti.
Kaynaklar:
Hasan Ali Koçer - Türkiye‟de Modern Eğitimin Doğuşu
Nejdet Sançar - “Köy Enstitüleri Meselesi”
Hakkı Tonguç, Mektuplarla Köy Enstitüsü Yılları
Atatürk‟ün Ekonomi Politikası - Prof.Mustafa A.Aysan,
Kurtuluş ve Sonrası - A.Doğan,
Mustafa Kemal Döneminde Ekonomi” B.Kuruç,
Boratav,K. Türkiye İktisat Tarihi.
Metin Aydogan - Güncel Meydan

Gizli Güçler

Dünyayı Yöneten Gizli Güçler  
Dünyayı Yöneten Güçler Ne Demektir?  
Dünyayı yöneten gizli güçler,dünyadaki tüketim ve üretim maddelerinin ve sistemlerinin da ha iyi kontrol edilebilmesi için kurulmuş gizli örgütlenmelere verilen genel bir isimdir.Bugün dünyayı aslında gizli güçler değil,Küresel Elit ve Küresel Sermaye dediğimiz bir yapı yönet meye çalışmaktadır,gizlilik bunların politik sistemlerinin,siyasi yapılarının ve çok uluslu şir ketlerin kurmuş olduğu gizli topluluklardan gelmektedir.Bazı ülkelerde istihbarat örgütleri, sivil örgütler,düşünce kuruluşları ve Üniversitelerdeki bazı yapılarla kendini gösteren Derin Devletler hem kendi ülkesini,hem de dünyayı kontrol etmeye,yönetmeye çalışır.
Bu ister Ulus Derin Devlet olsun(Rusya,Çin,Fransa,Almanya,İskandinav Ülkeleri vb.),ister Şirket-Derin Devlet olsun(ABD,İngiltere,vb)çok sistemli bir istihbarat gizli örgüt-bilim camia sı-Üniversite-Sivil Toplum örgütü ağıyla örülmüştür.
Bahsedilen Küresel Elit,aslında eski hanedanlardan ve krallıklardan çok da farklı bir yapıya sahip değildir.Yani bugün pek çok totaliter bir oligarşiel yönetilmektedir.Küre sel Elitin,eski hanedan,krallarla ve toprak ağaları ile ilgisi olduğu gibi çok zengin,uzun süredir dünyadaki üretim ve tüketim sistemini kontrol eden bir gizli yapıyla da ilişkisi vardır.
Bu küresel Elitin temel felsefesi bugün için var olan tüm tüketim sistemlerini,enerjiyi ve üreti mi kendi kontrolünde tutmak,sınırsız bir egoizmle kendi sınıfları içindeki 50 bin civarındaki Eliti ve onlara destek sağlayan 20-50 milyonluk nüfusu sınırsız olarak, dünyanın geri kalan larının aç kalması pahasına zenginleşmektir.Bu Küresel Elitin sayısı tam olarak belirli değil dir.ABD’deki yaklaşık 25 bin kişi,tüm ülkedeki gelirin yalaşık  %80’ini elinde tutmaktadır.(ABD nüfusu 370 milyondur).
Dünyanın diğer ülkelerinde de benzer bir durum mevcuttur,özellikle kapitalizmin kayıt sız şartsız geçerli olduğu Batı ülkelerinde de yaklaşık bir 25 bin kişi Küresel Elitin  merika dışındaki kısmını oluşturmaktadır.Firavunlaşma ve Tiranlaşma yolunda olan ve çokuluslu şirketleri,bilimi ve sistemini(petrolü),kontrol altında tutan bu Elit,onlara yardımcı olan yan sınıfsal tepedeki 50 bin kişilik Küresel Elit ile birlikte,topu topu 20- 50 milyon insan kontrol altında tutmaktadır.Küresel sermaye ve küresel elit,bu güze  hakim olabilmek ve gücü elinde tutabilmek için aslında yüzyıllardır büyük bir mücade  le ve dev bir gizli örgüt yapılanması içindedir.
Aslında bu,mafyanın temel felsefesinde olan bir ilkeler ve doğa ne yazık ki mafyadan yana dır.Yani doğada güçlüler,zayıfları yok ederler,zayıflar ve güçsüzler üzerinde dominans baskı) kurarlar.Büyük balık,küçük balığı yutar.Arslan ve kaplan,ceylanı veya zebrayı parçalayıp yer.Şempanze veya goriller aleminde,Primatlarda güçlü olan hayvanlar sürüyü yönetirler, bunun için bazı liderlik kavgaları yapılır.Doğanın bir hukuku  yoktur.Doğada hiçbir tür,başka bir türü yok ettiği veya kendi türünden bir hayvanı yok  ettiği için yargılanmaz.
Doğa sadece doğal seleksiyon süresince bazı türlerin evrimleşmesini ve daha güçlü  veya doğaya uyumlu bir tür olarak ortaya çıkmasını ister.Bu nedenle doğanın kanunu,kaba kuvvet kanunudur.Doğanın kanunu mafya kanunudur,faşist ve acımasızdır.Doğanın kanunu aynı zamnda kapitalizmin de kanunudur.Bu nedenle doğa ve kapitalizm vahşidir er,acımasızdır lar,yok etmeye veya zayıfın yok olmasına izin verirler..
Bu durum insancıl veya iyi olmayabilir,fakat gerçek budur.Bu gerçek ve ana temel kural,Dün ya isimli 4,5 milyar yıl yaşındaki gezegende,yaklaşık 3,5 milyar yıldır hücrelerin,50 milyon yıldır memelilerin,1,5 – 2 milyon yıldır da primatların,son 150-200 bin yıldır ise Homosapi ensin (modern insan) evrimleşmesini sağlamıştır.
Bizim gibi düşünen bilim insanları bir kural olarak sistemin tamamen karşısındadır,siz de bu sisteme karşı olabilirsiniz,insan yapısı hukuk sistemleri çok daha başarılıdır,ve insancıldır; ama biz doğada gerçek olandan bahsediyoruz.Mükemmelleşmiş bir sosyal  sistem veya hukuk sistemi ise henüz kurulamamıştır.Hiç şüphesiz ki,Kemalizm’in te  melinde var olan Karma Ekonomi ve eşitlikçi bir ekonomi ve eşitlikçi sosyal sistem,şu  anda en mantıklı ve insancıl sistem olarak görünmektedir.Vahşi kapitalizm,dünyayı ve insanlığı getirmiş olduğu aşama olarak kesinlikle iyi bir sistem olarak ele alınamaz, aksine kapitalizm çok uluslu şirketlerin,tekelci şirketler sisteminin katı etkisi yeryüzün den kaldırılmadan insanların veya toplumların savaşlardan,katliamlardan,işkenceden ve acıdan kurtulması mümkün olmaya caktır,çünkü tüm insanlık sadece bir avuç insanın daha zengin ve güçlü olması için tüm enerjisini tüketmektedir.
Eko sistemler ve İnsan Bilinci Ne Durumdadır?
Vahşi kapitalist sistem doğadaki her şeyi mantıksız ve tutarsız bir biçimde tüketti,sömürdü, doğayı kirletti ve küresel ısınmaya neden oldu.Sürekli tüketmeye ve sürekli kar etmeye yöneldi.Daha fazla hidrokarbonlar yakıldı,daha fazla doğayı kirleten ama ne varsa fazlası insanın eko sistemine eklenerek dünyaya sunuldu.Kanser riskinin arttırılmasından,AIDS – Ebola gibi yapay olduğu iddia edilen virüslerin yayılmasına kadar mazlum dünya nüfusu (özellikle de Anglo Sakson ve Yahudi olmayan nüfus) üzerinde inanılmaz oyunlar oynan dı.CFR’Qnin (Council on Foreign Relations,Amerikan Derin Devlet yapılanmasından birisi) 1930’larda planladığı faşist Ojenik (Eugenics)ve Sosyal Darwinizm fikirleri gizli projeler halinde geliştirildi.Ojenik kendilerinden olmayan dünya nüfusunu azaltmayı ve kendi ari ırklarını yaratmayı öneriyordu.
Sonuç ortada;Beş yıl içinde bir önlem alınmazsa,”Kelebek Etkisi” artarak devam edecek ve gerek bilim araştırma kurumlarının,gerekse Birleşmiş Milletlerin vermiş oldukları raporlara göre,2099’da (tabii o zamana kadar gezegen kalırsa)dünyadaki sıcaklık 6-8 santigrat derece artacak.Bunun sonucu olarakar da buzulların erimesi,tüm ekosis temin değişmesi gündeme gelecek.
Aslında Kaos teorisini bilmeyenler için düz mantıkla durum böyle,sanılıyor ki bir 90 yıl vakti miz var! Kaos teorisini işin içine katarsanız durum daha da vahim bir hale geliyor.Ama önce Einstein’in bir sözüyle başlayalım;durumun vahametini vurgulamaya: “Arıların varlığı insan için hayati önem taşır.Günün birinde arılar yeryüzünden kaybol ursa,bu insan soyunun niha yet4 yıllık ömrü kalmıştır,anlamına gelir.Zira arı olmayınca,bitkiler arası döllenme durur.Bu olmayınca da geride ne bitkiş,ne hayvan kalır,ne de insan !.
Wurzburg Üniversitesinden Prof.Joergen Tautz daha detaylı olarak durumu şöyle açıklıyor:
“Çiçek ve bitki türlerinin polenleri,tabiatın bu iş için şekillendirdiği arıların bacaklarında ki tüy lere takılır.Ve 130.000 farklı bitki türüne konan arılar,bunların tohumlanmasını ve üreme sini sağlar.Bir fikir vermek için,tek bir kovandaki arılar günde 1 milyon çiçeği dölleyebilir.Bu aşıla ma ve dölleme düzeni bozulursa önce bitkiler yok olur.sonrası rayla hayvanlar ve insanlar.”
Evet arıların şu anda hızla yeryüzünden yokolması değil sorun,aynı dölleme işlemini yapan binlerce böcek,larva,kelebek(birkaç gün yaşasa bile) türü de hızla yok oluyor.Kaos sistemine ait verilebilecek en iyi örneklerden birisi arılardır.ABD’de hesaplanan sayı bir yılda arıların yaklaşık 14 milyar dolarlık meyve,sebzeyi döllediği.Bakın adamlar hesaplarken bile ne kadar kapitalistçe düşünüyorlar,arıların ölümünden ne kadar hesaplarken bile ne kadar zararımız olur diye bakıyorlar konuya ! Halbuki sorun sadece arıların ölümü değil,sorun yeni böcek türlerinin,yaklaşık 3,5 milyar yılda gelişmiş ve evrimleşmiş bir sistemin ölümü. Yenisini bir 3,5 milyar yılda sil baştan yapabilecek misiniz ?
 “Washington’ daki Büyük Şef,
Beyaz adam silahlarla gelip toprağımızı satın almak istiyor.Gökyüzünü,toprağın ısısını nasıl alıp satabilirsiniz? Bu fikir bize garip gelir.Eğer biz hayvanın tazeliğine ve suların parıltılarına sahip değilsek,onları nasıl satın alabilirsiniz ?Bu dünyanın her parçası benim insanlarım için kutsaldır.Her parlayan çam iğnesi,bütün kumlu sahiller,karanlık ormanlardaki sis,her açık alan ve vızıldayan böcek,halkımın tecrübe ve anıların da kutsaldır.Ağaçların gövdelerinden akan sular,Kızılderililerin anılarını taşır.
Dereler ve nehirlerden akan, parıldayan sular, sadece su değil ama atalarımızın kanları dır. Eğer size toprak satarsak, onun kutsal olduğunu hatırlamalı ve çocuklarınıza da öğretme lisiniz.Suyun mırıltısı babamın babasının sesidir. Nehirler erkek kardeşlerimizdir, susuzlu ğumuzu giderirler.Nehirler kanolarımızı taşır, çocuklarımızı beslerler. Eğer size toprağımızı satarsak, hatırlamalı ve çocuklarınıza öğretmelisiniz ki, nehirler bizim kardeşlerimizdir ve bundan dolayı sizler de nehirlere, herhangi bir kardeşe göstereceğiniz kibarlığı gösterme lisiniz. 
Dünya,beyaz adamın kardeşi değil ama düşmanıdır ve onu fethetti mi, ilerlemeye devam eder.Babalarının mezarını geride bırakır ve aldırmaz.Çocuklarından dünyayı kaçırır,aldır maz.Onların haklarını unutmuştur.Annesi olan dünyaya ve kardeşi olan gökyüzüne;satın alınan, yağma edilen,koyunlar ya da parlak boncuklar gibi değişi len bir malmış gibi davra nır,iştahı dünyayı yiyip bitirecek ve geride sadece bir çöl bırakacaktır.
Beyaz adamların şehirlerinde sakin yer yoktur. Baharda yaprakların açılışını ya da böcekle rin kanat vuruşlarını duyacak yer yoktur.Ama bu belki benim vahşi olmamdan ve anlamadı ğımdandır.İnsan eğer bir kuşun yalnız ağlayışını veya su birikintisi etrafında tartışan kurbağa ların seslerini duymazsa hayatın anlamı nedir?
Toprağımızı alma teklifinizi düşüneceğiz.Eğer satmaya karar verirsek,bir şart koyacağım. Beyaz adam bu toprağın hayvanlarına kardeşi gibi davranacak. Hayvanlar olma dan insan nedir? Eğer bütün hayvanlar bitse, insan, ruhun büyük yalnızlığından ölürdü.Çünkü,hayvan lara ne olursa,insana da aynısı olur, kısa süre içinde!
Ayakları altındaki toprağın,büyük babalarının külleri olduğunu çocuklarınıza öğretmelisiniz. Böylece toprağa saygı duyarlar. Dünya annenizdir. Dünyaya ne olursa, onun oğullarına da aynısı olur. Eğer insanlar yere tükürürse kendi üzerlerine tükürürler.Dünya insana ait değil dir,insan dünyanın dır.
Birkaç saat ya da birkaç kış sonra, bu dünyada bir zamanlar yaşamış büyük kavimlerin veya şimdi ufak topluluklar halinde ormanda dolaşanların çocukları da kalmayacak, bir zamanlar sizinkiler gibi güçlü ve umutlu olanların mezarlarında yas tutmak için. İnsanlar gelir ve gider, denizin dalgaları gibi.Tanrısı kendisiyle arkadaş gibi konuşan ve yürüyen beyaz adam bile, bu ortak kaderden ayrı tutulamaz.
Beyaz adam belki bir gün keşfeder,Tanrımız aynı Tanrı.Şimdi bizim toprağımıza sahip olmak istediğiniz gibi,ona da sahip olduğunuzu düşünebilirsiniz.Ama olamazsınız.O insanın tanrısı ve şefkati Kızılderili için de, beyaz adam için de aynı.Bu dün ya onun için değerli ve dünyaya zarar vermek onun yaratıcısını küçümsemektir.Beyazlar da geçip gidecek, belki bütün diğer kavimlerden önce.Yatağına pislik yığma ya devam et,bir gece kendi pisliğinde boğulacaksın.
Biz,Buffalolar katledildiğinde,vahşi atlar ehlileştirildiğinde,ormanın gizli köşeleri pek çok insa nın kokusuyla dolduğunda ve diri tepelerin görünümü konuşan tellerle lekelendiğinde,anla yamıyoruz. Çalılık nerede? Gitmiş! Kıvrak taylarla av hayvanlarına elveda demek nedir? Yaşamın sonu ve yaşamaya başlamanın başlangıcı.
Bu dünyadan en son Kızılderili de yok olduğunda ve anası sadece çayırlar üzerinde hareket eden bir bulut ken,bu kıyılar ve ormanlar hala halkımın ruhunu muhafaza edecekler.Çünkü halkım bu dünyayı,yeni doğan bebeğin annesinin yürek atışını sevdiği gibi sever.Öyleyse, eğer topraklarımızı satarsak,onu bizim sevdiğimiz gibi sevin, onunla bizimki gibi ilgilenin.Bu diyarın anısını,onu aldığınızdaki gibi saklayın.Bütün gücünüz,aklınız ve kalbinizle,onu çocuk larınız için koruyun ve sevin.Tanrının hepimizi sevdiği gibi.
Bildiğimiz bir şey var.Tanrımız aynı Tanrı.Bu dünya onun için değerli.Beyaz adam bile bu ortak kaderden ayrı tutulamaz.Bütün bunlardan sonra kardeş de olabiliriz.Göreceğiz! ”
Beyaz adama ve Washington’ daki büyük şefe biyoloji-ekoloji-kaos teorisini öğreten ve özet leyen bu Kızılderili şefi büyük olasılıkla okuma yazma bile bilmiyordu.Ama o arıları da,orma nı da,çağlayanları da,gökyüzünü de, güneşi de,akarsuları da,bizonları da,kendi ırkını su çiçeği virüsü emdirilmiş battaniyeleri verip soykırım yapan beyaz adamın (AngloSaksonla rın) torunları bilim adamlarından çok daha iyi biliyor du! Arıların önemini çok iyi kavramıştı ve bilinci şu andaki politikacıların,iş adamlarının,çok uluslu şirket sahiplerinin,bilim insanlarının bilinçlerinden çok daha ilerdeydi.Kızılderilinin bilinci doğanın bilinciydi.Beyaz adamın bilinci ise kendi yaratmış olduğu Şeytanın bilinci.
Evet kendini üstün sanan beyaz adam koca uçan demirlerle geldi, komşumuz Irak’ı binlerce kez bombaladı.Milyonlarca insanın ölümüne neden oldu, milyarlarca arının, bitkinin, böceğin ve ormanın,tahılın yok edilmesini sağladı.Afrika’dan ülkemize doğru yeni bir buğday mantarı geliyor. Moleküler biyoloji harikası (!) bu mantarın fonksiyonu tüm buğday tahılını bir kaç ay içinde yok etmek,1-2 yıl içinde Ortadoğu ya ve Türkiye’ ye ulaşıyor.Eğer bir önlem alınmaz sa tüm tahılımız heba olacak ve bir yandan da Şeytanın bilinci tüm Ortadoğuyu kasıp kavu ruyor,yok ediyor.
Büyük Ortadoğu Proje sinin Eş başkanları da bu bilincin buradaki temsilcileri! Onlar da en az Washington daki,psikotik Büyük Beyaz Mongol Şef kadar kötüler,acımasızlar;hedefleri Türki ye’yi yok etmek!